06.06.2015 – 03:07 Son Güncelleme: 11.06.2015 – 16:15
Tarih boyunca birçok medeniyette önemli bir yeri olan Agartha, Kayıp Dünya ya da İç Dünya teorisi; yer kabuğunun altında başka bir dünya daha olduğunu, buraya kutup noktalarındaki deliklerden ve yer altındaki tünellerden gidilebildiğini iddia eder. Eski Mısır‘dan Hitler‘e, Budizm’den uzaylılara kadar uzanan bu tuhaf teorinin tarihini ve gizemli noktalarını derledik.
Agartha ve Shamballa
Kayıp Dünya teorisini anlamak için Agartha ve Shamballa’yı bilmek gerekiyor. Efsaneye göre; çok eski zamanlarda uzaysal kökenli üstün bir ırk, Himalaya Dağları’nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesine yerleştiler. Bu uzaylı ırkın insanları, daha sonra ikiye ayrıldılar. Agartha sağ el, iyilik, dürüstlük yolunu; Shamballa ise sol el, yani karanlık yolu simgeler. Agartha dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih ederken, Shamballa dünyayı ele geçirmek ister. Budizm, bu efsaneyi kabul etmiştir.
Delikler ve Tüneller
Yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu’nda olduğuna inanılan (ve uydu fotoğraflarıyla kanıtlanan) büyük deliklerdir. Ayrıca dünyanın birçok noktasında bulunan tüneller ile bu dünyaya ulaşılabilir. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığını iddia edilir Bu tünelin girişi, sırrı saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunur. Benzer bir tünelin Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Ülkemizde Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.
Mitolojide Kayıp Dünya
Antik Yunan mitolojisinde Hyperborea olarak geçen bu ülke, Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir. Burada her şey mükemmeldir, günde 24 saat güneş parlar. Bu Güneş, bizim Güneş’imiz değil, Dünya’nın içindeki bir Güneş’tir. İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.Yerli Amerikalı insanlar arasında Navajo efsaneleri, insanın atalarının Dünya’nın altından geldiğini öğretir. Kadim insanların doğaüstü güçleri vardı, ama büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüler. Yüzeye çıktıklarında, kendi büyük tapınaklarını bir kez daha aramadan önce, büyük bilgilerini insan ırkına aktardılar. Pueblo Yerlilerinin mitolojisi de kendi tanrılarının kaynağını da iç dünyaya yerleştirir. İç Dünya Kuzey’deki bir delik ile yüzeydeki insanlara bağlanıyordu.Çin, Mısır ve Eskimo yazıları Kuzey’deki büyük bir açıklıktan ve Dünya’nın kabuğunun altında yaşayan insan ırkından bahseder. Yazılar, onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiğini söyler.Budist gelenek Agartha’nın, binlerce yıl önce kutsal bir adam kabileyi yerin altında ortadan kaybettiğinde ilk kez kolonileştiğini ifade eder. Yeraltı krallığının şu andaki nüfusunun milyonlarca olduğuna inanılır ve insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğu inanılır, bunların arasında yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla işleyen arabalar da var.Azteklerin ve Tolteklerin büyük avatarı kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır. İslâm’da Kehf (yeraltı mağaralar şebekesi) inancı vardır. Kuran-ı Kerim’de Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Özellikle Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.
Efsanenin Tek Tanığı Amiral Byrd
Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isim, 1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.Amiral Byrd 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak üzere bir telsizci ile birlikte görev aldı. 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı vardı. İnanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan nehri gördü. Buz ve kar olması gereken yerde yeşil ormanlar göze çarpıyordu.Amiral Byrd 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yeşil bir alan vardı. Işık farklıydı ve güneşi göremiyordu. Biraz daha aşağıda ise, garip hayvanlar gördü. İlk anda fil sandığı hayvanlara dikkat ettiğinde bunların inanılmaz bir şekilde mamut olduğunu fark etti. Gördüklerini üsle paylaşmak istediğinde ise çaresiz kaldı… Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu. Dışarıdaki sıcaklık 23 dereceydi. Amiral daha ileride yer alan kent benzeri bir yere yaklaşıyordu. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.Telsizden kendisine hitap eden bir ses duydu. İsveç ya da Alman aksanıyla konuşan biri, İngilizce olarak şöyle diyordu: ‘Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz, rahat olun.’ Uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. İniş başladığında Amiral kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titriyordu. Kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük heyecan içinde kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.Şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Binalar,sanki kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini ancak öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmleriyle kıyaslayabiliyordu. Kendilerine ikram edilen içecekleri bitirdikten sonra Amiral Byrd, iki hostes tarafından bir başka mekana götürüldü. Kısa bir yürüyüş ve yer altına inen asansör yolculuğundan sonra kendisini uzun bir koridorda buldu. Duvarların içinden gelen gül kurusu renkli ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Bir kapının önünde durdular. Üzerinde anlayamadığı bir yazı olan kapı sessizce açıldı. Hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesini ve Üstad’ın huzuruna çıkacağını söyledi.
Amiral’in Günlüğünden Üstad’la Konuşması
‘İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ‘Yerimize hoş geldiniz Amiral’‘O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ‘Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.’ Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ‘Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´Flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.’‘Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; ‘Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.’ Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ‘1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?’ Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ‘Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.’ Amiral, dönüşte Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlattı. Söyledikleri kayda alınsa bile kendisine bildiklerini saklaması söylendi.
Kayıp Dünya Teorisinin Gelişimi ve Hitler
1818’de yüzlerce önemli insana bir mektup gitti. ‘Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.’Cleves Symnes,Eski piyade yüzbaşısı – Ohio.Cleves Symnes belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adamıştı. Ona göre dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Yani beş ayrı dünya vardı. Bu dünyalarda yaşayanlar; hem tünelleri kullanarak diğer katlara geçebilirler, hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullanarak iç dünyalardan dış dünyaya çıkabilirlerdi. Bu keşif o zamanlar kimsenin dikkatini çekmedi.1870 yılında yine bir Amerikalı, Cyrus Read Teed aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kurdu, bir dergi yayımladı ve çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Aradan geçen zaman içinde, yeraltı dünyası görüşü sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında da Adolf Hitler geliyordu.Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, sarışın ve mavi gözlü üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Nazi Partisi’nin sembolü olan gamalı Haç (Svastika) da binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir semboldür. Hitler döneminde birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor. Bu anlamda Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar.
Kayıp Dünya’nın Peşinde
Günümüzde yeraltı ülkelerine ulaşmak için çalışmalar yapılmaya devam ediyor. Mısır‘da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı bilinmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan‘da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor.Dünya’nın yapısı da tekrar ele alınıyor. Örneğin yapılan coğrafi deneylerde 10 km derinliğe ulaşıldığında sıcaklığın artması beklenirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiştir. Bunun dışında 7 km’ den fazla derinde fosil mikro organizmalara rastlanmıştır ki bu, bugüne kadar Dünya’mızın yapısıyla ilgili olarak ortaya atılan bütün teorilere ters düşmekte.Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil. Kolombiya Üniversitesinden Paul G. Richards ve Xiao- dong Song adlı sismologların tespit ettiklerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalara göre, içteki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebildiğine göre, ya yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyor ya da onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor. Bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.Ayrıca bugüne kadar geçerli olan, dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakası mevcut olduğu teorisinin, yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastladılar. Kayıp Dünya ver mı bilinmez ama ortaya çıkan bilgi ve belgelerin bu büyük gizemi daha da artırdığı bir gerçek.
06.06.2015 – 03:07 Son Güncelleme: 11.06.2015 – 16:15
Tarih boyunca birçok medeniyette önemli bir yeri olan Agartha, Kayıp Dünya ya da İç Dünya teorisi; yer kabuğunun altında başka bir dünya daha olduğunu, buraya kutup noktalarındaki deliklerden ve yer altındaki tünellerden gidilebildiğini iddia eder. Eski Mısır‘dan Hitler‘e, Budizm’den uzaylılara kadar uzanan bu tuhaf teorinin tarihini ve gizemli noktalarını derledik.
Agartha ve Shamballa
Kayıp Dünya teorisini anlamak için Agartha ve Shamballa’yı bilmek gerekiyor. Efsaneye göre; çok eski zamanlarda uzaysal kökenli üstün bir ırk, Himalaya Dağları’nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesine yerleştiler. Bu uzaylı ırkın insanları, daha sonra ikiye ayrıldılar. Agartha sağ el, iyilik, dürüstlük yolunu; Shamballa ise sol el, yani karanlık yolu simgeler. Agartha dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih ederken, Shamballa dünyayı ele geçirmek ister. Budizm, bu efsaneyi kabul etmiştir.
Delikler ve Tüneller
Yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu’nda olduğuna inanılan (ve uydu fotoğraflarıyla kanıtlanan) büyük deliklerdir. Ayrıca dünyanın birçok noktasında bulunan tüneller ile bu dünyaya ulaşılabilir. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığını iddia edilir Bu tünelin girişi, sırrı saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunur. Benzer bir tünelin Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Ülkemizde Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.
Mitolojide Kayıp Dünya
Antik Yunan mitolojisinde Hyperborea olarak geçen bu ülke, Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir. Burada her şey mükemmeldir, günde 24 saat güneş parlar. Bu Güneş, bizim Güneş’imiz değil, Dünya’nın içindeki bir Güneş’tir. İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.Yerli Amerikalı insanlar arasında Navajo efsaneleri, insanın atalarının Dünya’nın altından geldiğini öğretir. Kadim insanların doğaüstü güçleri vardı, ama büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüler. Yüzeye çıktıklarında, kendi büyük tapınaklarını bir kez daha aramadan önce, büyük bilgilerini insan ırkına aktardılar. Pueblo Yerlilerinin mitolojisi de kendi tanrılarının kaynağını da iç dünyaya yerleştirir. İç Dünya Kuzey’deki bir delik ile yüzeydeki insanlara bağlanıyordu.Çin, Mısır ve Eskimo yazıları Kuzey’deki büyük bir açıklıktan ve Dünya’nın kabuğunun altında yaşayan insan ırkından bahseder. Yazılar, onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiğini söyler.Budist gelenek Agartha’nın, binlerce yıl önce kutsal bir adam kabileyi yerin altında ortadan kaybettiğinde ilk kez kolonileştiğini ifade eder. Yeraltı krallığının şu andaki nüfusunun milyonlarca olduğuna inanılır ve insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğu inanılır, bunların arasında yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla işleyen arabalar da var.Azteklerin ve Tolteklerin büyük avatarı kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır. İslâm’da Kehf (yeraltı mağaralar şebekesi) inancı vardır. Kuran-ı Kerim’de Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Özellikle Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.
Efsanenin Tek Tanığı Amiral Byrd
Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isim, 1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.Amiral Byrd 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak üzere bir telsizci ile birlikte görev aldı. 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı vardı. İnanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan nehri gördü. Buz ve kar olması gereken yerde yeşil ormanlar göze çarpıyordu.Amiral Byrd 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yeşil bir alan vardı. Işık farklıydı ve güneşi göremiyordu. Biraz daha aşağıda ise, garip hayvanlar gördü. İlk anda fil sandığı hayvanlara dikkat ettiğinde bunların inanılmaz bir şekilde mamut olduğunu fark etti. Gördüklerini üsle paylaşmak istediğinde ise çaresiz kaldı… Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu. Dışarıdaki sıcaklık 23 dereceydi. Amiral daha ileride yer alan kent benzeri bir yere yaklaşıyordu. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.Telsizden kendisine hitap eden bir ses duydu. İsveç ya da Alman aksanıyla konuşan biri, İngilizce olarak şöyle diyordu: ‘Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz, rahat olun.’ Uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. İniş başladığında Amiral kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titriyordu. Kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük heyecan içinde kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.Şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Binalar,sanki kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini ancak öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmleriyle kıyaslayabiliyordu. Kendilerine ikram edilen içecekleri bitirdikten sonra Amiral Byrd, iki hostes tarafından bir başka mekana götürüldü. Kısa bir yürüyüş ve yer altına inen asansör yolculuğundan sonra kendisini uzun bir koridorda buldu. Duvarların içinden gelen gül kurusu renkli ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Bir kapının önünde durdular. Üzerinde anlayamadığı bir yazı olan kapı sessizce açıldı. Hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesini ve Üstad’ın huzuruna çıkacağını söyledi.
Amiral’in Günlüğünden Üstad’la Konuşması
‘İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ‘Yerimize hoş geldiniz Amiral’‘O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ‘Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.’ Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ‘Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´Flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.’‘Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; ‘Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.’ Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ‘1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?’ Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ‘Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.’ Amiral, dönüşte Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlattı. Söyledikleri kayda alınsa bile kendisine bildiklerini saklaması söylendi.
Kayıp Dünya Teorisinin Gelişimi ve Hitler
1818’de yüzlerce önemli insana bir mektup gitti. ‘Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.’Cleves Symnes,Eski piyade yüzbaşısı – Ohio.Cleves Symnes belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adamıştı. Ona göre dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Yani beş ayrı dünya vardı. Bu dünyalarda yaşayanlar; hem tünelleri kullanarak diğer katlara geçebilirler, hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullanarak iç dünyalardan dış dünyaya çıkabilirlerdi. Bu keşif o zamanlar kimsenin dikkatini çekmedi.1870 yılında yine bir Amerikalı, Cyrus Read Teed aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kurdu, bir dergi yayımladı ve çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Aradan geçen zaman içinde, yeraltı dünyası görüşü sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında da Adolf Hitler geliyordu.Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, sarışın ve mavi gözlü üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Nazi Partisi’nin sembolü olan gamalı Haç (Svastika) da binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir semboldür. Hitler döneminde birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor. Bu anlamda Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar.
Kayıp Dünya’nın Peşinde
Günümüzde yeraltı ülkelerine ulaşmak için çalışmalar yapılmaya devam ediyor. Mısır‘da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı bilinmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan‘da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor.Dünya’nın yapısı da tekrar ele alınıyor. Örneğin yapılan coğrafi deneylerde 10 km derinliğe ulaşıldığında sıcaklığın artması beklenirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiştir. Bunun dışında 7 km’ den fazla derinde fosil mikro organizmalara rastlanmıştır ki bu, bugüne kadar Dünya’mızın yapısıyla ilgili olarak ortaya atılan bütün teorilere ters düşmekte.Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil. Kolombiya Üniversitesinden Paul G. Richards ve Xiao- dong Song adlı sismologların tespit ettiklerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalara göre, içteki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebildiğine göre, ya yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyor ya da onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor. Bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.Ayrıca bugüne kadar geçerli olan, dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakası mevcut olduğu teorisinin, yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastladılar. Kayıp Dünya ver mı bilinmez ama ortaya çıkan bilgi ve belgelerin bu büyük gizemi daha da artırdığı bir gerçek.
Bugün “Seppuku ve Japonlar” konusundan bahsetmek istiyorum.
Şu anda seppuku yapan çok az insan var ama örneğin, Hanshin Tigers çok iyi gidiyor ve menajer Senichi Hoshino’nun “Şampiyonluğu kazanamazsak seppuku yapmak zorunda kalacağım. ” oldu. Yabancı bir ülke açısından bakıldığında, o zamana kadar iyi durumda olan ve liderliği elinde tutan bir takım düşüp şampiyonluğu kazanamasa bile, menajerin midesini kesmesine kesinlikle gerek olmadığını düşünürlerdi. . Böyle söylerseniz, “Evet, doğru” diyerek duygularınıza katılırsınız. Başka bir deyişle, birinin beklentilerine ihanet etme veya kendinden sorumlu hissetme kavramı, kişinin kendi kendini kesmesine ve ölümüne derinden kök salmıştır. Göbek kesmeyi gerçekten çok az insan yapar, ancak bence bugün bile seppuku imajı, böyle bir fikrin derinden kökleşmiş olması nedeniyle bir dereceye kadar akla geliyor.
Ancak tarihi ayrıntılı olarak incelersek, genellikle düşündüğümüz seppukudan oldukça farklı birçok seppuku vakası vardır ve ilerledikçe bunlardan bazılarını tanıtmak isteriz.
Klasik Bir Seppuku – Sorumluluk Almak
Tipik bir seppuku, sorumluluk almayı içerir. Bunka’nın üçüncü yılında (1806), bir Rus gemisinin Etorov’daki karakola saldırdığı bir olay oldu. Hakodate sulh komiserinin başında bulunan Matadayu Toda, bir Rus gemisinin geldiğini duyunca apar topar kaçtı ve daha sonra sorumluluğunu üstlenip seppuku yaptı. Yani düşman geldiğinde kaçmak ani bir eylem olsa bile çok korkakça bir eylemdir ve bir samuray için utanç vericidir bu nedenle ona hiçbir şey söylenmeden seppuku yapar.
1808 yılında (Bunka 5), Avrupa’da Napolyon Savaşları’nın ardından Nagasaki’de (Hollanda Fransız egemenliği altında olduğu için) Dejima’ya gelen bir Hollandalı gemisini bir İngiliz gemisi takip etti. Hollanda gemisi bombalandı. artış. Saga klanı Nagasaki’yi korumakla görevliydi ve görevlerini yerine getiremedikleri için sorumlu kişi karnını kesmek zorunda kaldı.
Bir başka örnek de 1858’de Japonya ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Ticaret ve Dostluk Antlaşması imzalandığında şogunluk İmparatorluk Mahkemesi’nden izin almak için Kyoto’ya gitti, oraya gittim ama saray soyluları yaygara kopardı ve içeri girdi. sonunda imparatorluk iznini alamadım. Başka çare kalmadığı için Ii Naosuke imparatorluk izni almadan bir antlaşma imzaladı ve daha sonra “Sakuradamongai Olayı” meydana geldi.Arada bir mevkide bulunan Mineshige Tsuzuki adlı bir hatamoto seppuku yapar.
Başka bir deyişle, bir şeyler ters gittiğinde, “Seppuku yapmalısın” denmek yerine, “Seppuku yapmaktan başka seçeneğim yok” diye düşündüğümü anladım. Yani seppuku bir tür idam cezasıdır ama öyle zamanlar vardır ki bir tür hata vardır ve yukarıdan biri size seppuku yapmanızı söyler, “Bu seppuku’ya eşdeğerdir” diye düşünürseniz, açıkça görebilirsiniz ki göbek kesildi.
I. Seppuku’nun başlangıcı ve seppuku zihniyeti
seppuku’nun başlangıcı
Seppuku ne zaman başladı? Tarihe baktığınızda bu çok eski değil. Tarihi malzeme Zoku Kojidan’da ünlü bir hırsız olan Hakamadare’nin (Yasusuke Fujiwara) Heian döneminde seppuku yaptığına dair bir makale var. Bu nedenle, ilk seppuku Genpei Savaşı sırasındaydı.
Ağabeyi Minamoto no Yoritomo tarafından kovalanan ve Oshu’ya kaçan Minamoto no Yoshitsune kaçamayınca yanındaki birine “Bir samuray nasıl ölür?” Başka bir deyişle, o zamanlar bile samurayın ölümünün mutlaka seppuku olarak belirlenmediğini görebiliriz.
Bu sırada Yoshitsune midesini keserek ölmeyi seçti, peki ya Taira klanı Dannoura Savaşı’nda Taira klanının samuraylarının yenilgisi belirleyici oldu.Ancak midelerini keserek ölmezler, bunun yerine atarlar. Seto İç Denizine girerler. Buna bakıldığında, samuray mutlaka seppuku yapmak zorunda değildi ve boğulup ölmek de garip değildi. Başka bir deyişle, Genpei Savaşı’na kadar seppuku samuraylar için bir intihar aracı olmak zorunda değildi. Seppuku’nun Kamakura döneminden sonra bir samuray kendine zarar verme yöntemi olarak yerleştiğine inanılıyor.
Bundan, samurayların seppuku geleneğinin ülkenin doğu kesiminde ortaya çıktığı ve batı kesimindeki samurayların seppuku yapmadığı düşünülmektedir. Ancak göbek kesme eylemi çok cesur bir hal alıyor ve bu anlamda “samuraylara uygun bir ölme şekli“ anlayışı ortaya çıkmış ve ülke çapında samurayların intihar etmesi için seppuku uygun bir yoldur. Görünüşe göre öyle düşünülmüş.
Kamakura döneminde tipik bir seppuku örneği, Kamakura Shogunate devrildiğinde Hojo klanının toplu intiharıdır. İki yüz düzine insanın hepsinin seppuku yaptığına inanılıyor. Kamakura döneminin sonunda seppuku, samuraylar için köklü bir ölüm yöntemi haline geldi.
neden seppuku
Neden seppuku yapmalıyım? İnsanların midelerini keserek neden öldüklerine dair birçok araştırma yapılmıştır. Seppuku ile ilgili araştırmalar uzun süredir devam ediyor, ancak tarih araştırmaktan çok meraklıların midenin nasıl kesildiğini araştırmaları sıklıkla oluyor.Örneğin, üç parçaya bölmek veya önce yatay sonra dikey olarak kesmek gibi. “jumonji göbek” denilen veya iç organlar açığa çıktığında “moonpup” denir ve bu iyi değildir çünkü düşüncelerinizi bu dünyada terk ederken ölmenin bir yoludur. Edo döneminde seppuku’nun aslında karnı kesmediği, ancak mideye katlanır bir yelpaze uygulanır uygulanmaz insanların müdahale ettiği gerçeği gibi pek çok ayrıntılı hikaye.
Bunlardan biri, Miyoshi Osumi’nin “History of Seppuku” (Yuzankaku) adlı kitabında, “Bushido’nun en önemli şartı cesarettir ve bir samurayın en büyük gururu cesarette ustalıktır. (Çıkarılmıştır) Samurayın, Dövüş hünerlerini sergilemeye inananlar, kendi canlarına kıymak zorunda kaldıklarında en cesaret ve cesaret gerektiren seppuku’yu tercih ettiler.Onlar için bir samurayın kendini asarak ya da atarak intihar etmesi en utanç verici yoldu. Bu çok sağduyulu bir görüş ve karnını keserek ölmek cesaret göstergesidir.Bunu söylüyorum ve muhtemelen böyle olduğunu düşünüyorum ama bu, kanıtlanmak yerine bu şekilde düşünülmesi gereken bir teori. tarihsel gerçekler.
Bir halk bilimci olan Tokuji Chiba, Japonlar neden seppuku yapıyor? Bu bir araç ve son kesin yöntem adlı kitabında neden göbek sorusunu daha da araştırdı. Japonya’da, Tohoku bölgesinde meydana gelmiş olabilir. Onin Savaşı’ndan sonra yani 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra yerli halkın örf ve adetlerinin çoğu şekil ve önemini yitirerek hızla dönüşmüş veya yok olmuştur. samuray ruhunu göstermek için mide, mideyi haç şeklinde kesme şekli kalsa da, iç organları teşhir etmenin eski anlamı ortaya çıktığı dönemde anlamını yitirmiştir. kitlelerin dikkatini çek ve cesaretini muhteşem bir formla göster.”
Seppuku, bilinçte kalan samimiyeti gösteriyor
Yani Japonların samimiyeti midelerindedir. Onu keserek ve içini başkalarına göstererek, eylemlerinin masum olduğunu göstermek için karnını kesti. Ancak Onin Savaşı’ndan sonra eski biçim unutuldu ve görünüşe göre sadece bir cesaret gösterisi haline geldi.
Görünen o ki, kişinin ölüp masumiyetini kanıtladığı intihar yöntemi günümüzde de devam etmektedir. Bir yabancıysanız, masumsanız ölmeyeceğinizi düşünebilirsiniz, öyle olsa bile, bunu kötü niyetle yapmadığımı göstermek için, intihar etmenin muhtemelen modern zamanlarda hala olduğu düşünülmektedir.
Bu form aynı zamanda tarihi belgelerde de yer almaktadır. Jozan Yuasa’nın “Jozan Kidan” adlı öyküsündeki bir anekdota göre, Hideyoshi TOYOTOMI bir at eşleştirme etkinliği düzenlediğinde, Ieyasu TOKUGAWA’nın bir tebaası olan Masayuki NARUSE çok muhteşem bir ata binerek dışarı çıktı. Hideyoshi bunu not alıp “O kişi kim?” diye sorduğunda. Hideyoshi daha sonra “Kaç tane koku veriyorsun, Ieyasu-dono?” diye sordu. Bunu duyan Hideyoshi, “Böyle güzel bir ata sahip bir kulsan, sana 50.000 koku vereceğim.” diye sordu.
Ieyasu, Naruse’yi aradı ve “Hideyoshi’ye hizmet edecek misin?” lordum leyasu sana bir şey verdiğimi bilmemem aptallık. şu anda kendimi öldürmek ve kalbimi göstermek istiyorum.
Diğer bir deyişle samuraylar, az ya da çok chigyo sahibi olmalarına göre usta değiştirmezler, ancak bu ustaya hizmet ederlerse, tavırları ne olursa olsun ona ciddiyetle hizmet edeceklerdir. Özellikle Naruse durumunda, Ieyasu’ya 5.000 koku chigoku ile hizmet etmeyi düşünse de, koşullar iyi olduğunda hareket edecek biri olarak düşünüldüğünü bilmesi başlı başına son derece önemliydi. , o tür biri olmadığını göstermek için kendini öldürerek Ieyasu’ya duygularını göstermek istediğini söyledi. Bu bir bölüm, ancak böyle bir gerçek muhtemelen olmuş gibi görünüyor. Birisi ona bir şey söylediğinde samimiyetini göstermek için midesini kesmesi ille de alışılmadık bir durum değildi. Seppuku, kişinin samimiyetini ve masumiyetini göstermesi için çok büyük bir motivasyondur.
cinayet ve cinayet
Peki ya ceza? Seppuku kesinlikle bir ceza biçimidir, ancak Edo dönemine kadar bir ceza haline gelmedi ve ondan önce seppuku cezası temelde yoktu. Kamakura ve Muromachi dönemlerinin ortaçağ toplumunda samuraylar başları kesilerek cezalandırılıyordu. öldür ya da yok et. Direniş beklenirse seni öldürürüz. Lord, “Yapacak bir işim var” diyerek konağa bir hizmetli çağırdı ve başka bir hizmetliye kestirdi. Bu bir cinayettir ve buna benzer birçok olay olmuştur.
Juei’nin 2. yılının (1183) kışında Minamoto no Yoritomo, vasalı Kazusasuke Hirotsune’yi Kamakura şogunluğu sarayında öldürdü. Hirotsune zaten yolumdaydı, bu yüzden onu İmparatorluk Sarayına çağırdım ve başka bir vasal onu öldürdü. Yani lordun “çok kötü bir şey yaptın” ya da “hoşuma gitmedi, midemi bulandırdım” dediği o günlerde lordun bile çağırması gereken bir dönemdi. vasallarını kandırmak için ve hatta bir samuray lideri bile kendi vasallarını öldürmek için komploya başvurmak zorunda kaldı.
Bu, Muromachi döneminde bile devam etti ve hizmetlilerini öldüren şogun tekniği sıklıkla kullanılıyor. Yoshinori ASHIKAGA gönülsüz shugo’yu birbiri ardına katletti ve Harima ve diğer üç vilayetin shugo’su olarak atanan Mitsusuke AKAMATSU’yu öldürmeye kalkışınca liderliği ele geçirdi ve Yoshinori Akamatsu tarafından öldürüldü. Başka bir deyişle, Ashikaga şogunları bile, sadece “Midenizi öldürün” derseniz, vasallar – vasal olarak adlandırılsalar da, onlar koruyucudurlar, yani onlar bir orduya sahip insanlar olsalar bile, onlar emirlere hemen itaat etmeyin. İnsanların “öl” dendiğinde ölmediği günlerde, cezalandırmanın tek yolu saldırıp öldürmek ya da kandırıp öldürmekti. Edo döneminde şogun bir kişinin suç işlediğini veya uygunsuz olduğunu söylediğinde seppuku işlerdi, o kadar.
seppuku’nun başlangıcı
Seppuku nasıl başladı? 17. yüzyılda Hollandalı Montanus, “Japonya Tarihi” adlı kitabında Japonya hakkında çeşitli şeyler yazmıştır. Bu, 16. yüzyılın sonunda Japonya’ya gelen Valignano adlı bir misyonerin Japonya hakkında yazdığı bir rapora dayanıyor, bu yüzden Japonya’nın 16. ve 17. yüzyıllardaki durumunu gösterdiğini düşünüyorum. Bunlar arasında aşağıdaki açıklama yer almaktadır.
“Kral bir adama bu infazı dayattığında, ona ölüm gününü bildirmek için ulaklar gönderir. Cezalandırılan adam asla kaçmaya çalışmaz, o da kaçmaz. Emirle intihar etmesine izin verilmesini umar ve dilekçesi geldiğinde izin verirse en büyük şeref ona verilir. Karnımı keserim.”
Bu, insanlara Japon geleneklerinin çok garip olduğunu bildirmek için yazılmıştır.Kral seppuku emri verdiğinde, bir haberci gönderir ve ona bu günde seppuku yapmasını emreder. Anlatılanlar asla kaçmaz. Ölümcül bir suç işlemişse, kraldan, şogundan ya da daimyodan “intihar etmesine izin vermesini” istemek ve buna izin verilmesi onun için büyük bir onurdu. Seppuku gününde en iyi kıyafetleri giydiğiniz ve göbeğinizi kestiğiniz tanıtıldı. Namus nedir, “Öleceğim” demek ve ölmesine izin vermek onurdur. İzin verilmediğinde, efendiniz tarafından saldırıya uğrayacağınızı ve öldürüleceğinizi gösterir. Kendisi ölerek, yukarıdan gelen cezadan kurtulmayı başardı. Bu nedenle şeref olduğu yazılır.
Ancak bunun önemli olduğunu düşünüyorum ama “ Seppuku dışında bir ceza vermeye kalkarlarsa ailem ve arkadaşlarımla birlikte kendimi eve kapatır ve direnirim ” diyor. Ölmek isteyip de “seppuku yapacağım” dersen ve buna izin verirsen itaatkar bir şekilde seppuku yapacaksın, bu sadece direnmekle ilgili. Bu sırada seppuku cezası henüz kurulmamıştı ve saldırıya uğrayıp öldürülmekten veya başı kesilmektense kendini keserek ölmeyi tercih ettiğine inanılıyor.
Buradan seppuku’nun Edo döneminin başında veya Sengoku döneminin sonunda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığını görebiliriz.
Özellikle gerçek tarihsel materyallere bakarsak, Keicho döneminde, Ieyasu Edo’da şogunluğu kurduğunda, seppuku mutlaka mükemmel bir ceza değildi. Şogunluğun yargıcı Nagayasu Okubo, yaşamı boyunca yaptığı sahtekârlık nedeniyle tüm mal varlığına el konulduğunda, Nagayasu’nun varisi oğlu Tojuro ve diğer yedi kişi, “goseibai”, yani başlarının kesilmesine mahkûm edildi. Bunun da siyasi asılsız bir suçlama olduğu ancak ekonomik suistimal ortaya çıkıp kişi cezalandırıldığında seppuku’nun affedilemeyeceği ve yenileceği ya da kafasının kesileceği söyleniyor.
On yıldan fazla bir süre sonra, 1691’de, Mino Eyaleti valisi Morikiyo Kurihara adında, kendisi de suç işlediği ortaya çıkan bir kişi seppuku yaptı. Ekonomik adaletsizlik, bir samuraya yakışmayan bir eylemdir ve bu tür eylemlerde bulunanların ciddi şekilde cezalandırılmasının, hatta seppuku yapmasına izin verilmemesinin yaygın olduğu düşünülmektedir. Bu sıralardan itibaren samurayın cezasının seppuku olduğu anlaşılmaktadır.
Kanei döneminin 27. ayının (1625) 27. gününün 27. gününde Obanshi Togoro Obata, kaba davranışı nedeniyle saray soylularının kaleye girdiği gün seppuku yaptı. Bu çok acınası bir seppuku eylemiydi.Saray soyluları kaleye giderken Edo Kalesi’nin kapısının önünde duran Obata Togoro yürümekte güçlük çekiyordu ve önceki gün dizinde yakı vardı. yakı iyi çalışmıyordu ve kaşıntılı görünüyordu, bu yüzden metsuke beni hakamı dürdüğümü ve yakıyı tedavi ettiğimi gördü. Metsuke, bu tür kaba davranışları önlemek için para cezası yani para cezası verir. Shogun Iemitsu Tokugawa bunu duyduğunda buna benzer bir şey söyledi.
“Ehliyetiniz olsa bile, Gohonmaru niji no gi’nin Goyomaru niji no gi’yi elden çıkarması zordur.” Nishinomaru, babam Hidetada’nın yaşadığı yerdir. Kendisine, “Babanın şatosunun önünde böylesine saygısızca bir davranışta bulunman çok çirkin” denildi.
Seppuku sadece samuraylara verilen bir cezadır. Sadece samuraylara izin verilmesinin nedeni, samurayların yönetici sınıf olmaları ve uygun bir ahlak anlayışına sahip olmalarıdır. Taşınmaya veya ayrılmaya kendiniz karar verebilirsiniz. Samurayların çok değerli varlıklar olduğu kabul edilir, bu nedenle bir samuray görevi kötüye kullanırsa, kendi karnını kesip öleceğine dair etik bir his vardır. Kötü şeylerin kötü şeyler olduğunu bilme yeteneğine sahip olduklarına inanılıyordu, bu nedenle seppuku, samurayların günahlarını kefaret etmek için bir ayrıcalık olarak kabul edildi. Köylü kasaba halkının, yönetilen sınıfın bu tür ahlakları edinmemiş zavallı insanları olduğuna dair köklü bir görüş vardır, bu nedenle köylü bir kasabalı kötü bir şey yaparsa, yanlış bir şey yaptığını kendisi bilmeyecektir. , samuray, o kişiyi yakalamalı, bunun kötü bir şey olduğuna ikna etmeli ve kafasını uçurtmalıdır. Kendi başlarına ölemeyeceklerini düşündüler.
Bu nedenle, bir köylü hemşehrisi bir suç işleyip de başı kesilme cezasına çarptırıldığında, her zaman “çok teşekkür ederim” demelidir. Minnettar olduğum şey, kafamın kesilmesine minnettar olduğum için değil, kendi kendine ölemeyen zavallı bir insan olduğum ve beni kasten öldüren daha yüksek bir otoritenin eylemine minnettar olduğum için minnettarım. teşekkür etmek adettendi. Minnettarlıktan kimsenin kafasının kesileceğini elbette düşünmüyorum ama bu infaz kavramıydı, daha doğrusu yapılma şekliydi.
Seppuku, samuraylar için onurlu bir cezaydı. Ölüm cezasından çok az bir farkı vardır, çünkü bu kişinin kendi karnını keserek öldürmesidir. Kişinin kendi eylemlerinin farkında olarak ölmesi ve kendi eylemlerinin sorumluluğunu alması şeklinde kalacaktır. Aslında, seppuku yapmanız emredilmiş olsa bile, bu sadece kendine zarar vermektir. Bu bir kavram olarak kabul edildi. Bu nedenle, Edo döneminde şaşırtıcı derecede az seppuku vakası vardır.
Örneğin, kötü şeyler yapan bir hatamoto varsa, şogunluğun kıdemli meclis üyesinden bir mektup alır. Haberci bile mektuba bakmamalı, sadece onu gönderen kıdemli meclis üyesi bakmalıdır. Suçlamalarda “Bunu yapıyorsun, bunu yapıyorsun” yazıyordu. Bunun seppukuya eşdeğer bir suç olduğunu düşünür ve kimse bir şey söylemeden karnınızı keser ve evde ölürseniz, hasta ölüm muamelesi görür ve varisinizin evi miras almasına izin verilir. Sorumluluğu alıp kendini öldürdüğü için suçla itham edilmeyecektir.
Yine de ölmek istemiyorsan ve “bilmiyorum” demeyi reddediyorsan, şogunluğun değerlendirme ofisine götürülecek ve orada sorgulanacaksın. Sorgulamayı reddederse, cezaevindeki soruşturma zaten tamamlanmışsa -bu asılsız bir suçlama olsa da- kişinin ölümü hak eden bir suç işlediği apaçık ortadadır. “Bana ilacını ver” ve zehir teslim edilecektir. Eğer zehri içersen muayene sırasında hastalıktan ölürsün ve bu durumda da mirasçının aileyi miras almasına izin verilir.
Bir hatamoto, shogun’un doğrudan bir tebasıdır ve çok yüksek rütbeli bir samuraydır. Doğrudan bir hatamoto’nun yanlış bir şey yapmasına imkan yok. Prensip olarak, suçu ortaya çıkarmak ve kişiyi seppuku yapmaya veya kafasını kesmeye zorlamak mümkün değildir çünkü yanlış bir şey yaparsa sorumluluğu o alacaktır. Hatamoto’da kamuya açık görünüm dünyasında günahkar yoktur. Bu bir formalite olsa bile, kendisi tarafından bir ölüm şekli olarak alınır. Sistem, midesini kesmek istemeyenlerin zehirlenerek ölebileceği şekildeydi.
Seppuku kişinin kendi kendini öldürme eylemiydi ve uygulamada bir ölüm cezası olmasına rağmen, ölüm cezası olmadığı fikri sonraki seppuku artışını düşünürken önemli kabul edildi.
Avrupalılar tarafından görüldüğü şekliyle Seppuku
Perry “Japonya Seferinin Kaydı”
Avrupalılar seppuku’yu nasıl gördü?
Perry, Japonya’ya bir seferde dört siyah gemiye liderlik eden ve Japonya’yı dünyaya açan bir Amerikan elçisidir. . Montanus’un Japonya Tarihi, Avrupa’daki Japonya hakkında en büyük referans kitabıdır ve Perry bu kitabı sık sık okur. Perry, “Japonya harakiri ülkesidir” dedi ve gerçekten Japonya’ya geldiğinde çeşitli şeyleri müzakere etti.
“Asıl planım, buharlı gemileri Edo şehrinde demirlemek ve sarayı silahlı bir selamla karşılamaktı, ancak bu, şehirde kaosa neden olursa, kişisel olarak sorumlu tutulacaklardı. Hükümdarlar ve lordlar defalarca bunun Edo’nun bu olduğu konusunda ısrar ettiler. Bu durumda, buna biraz itibar edeceğimi düşündüm. Fazla detaycı olmanın ve kurduğumuz çok dostane ilişkiyi tehlikeye atmanın iyi bir fikir olmayacağını düşündüm.” Böyle bir şey yaparsanız, sorumlu kişi Şogunluğun yanında yer alan ve müzakerelere dahil olan kişi, midenizi kesmek zorunda kalacağınızı söylüyor. Perry, “Bunun olacağını sanmıyorum ama Japonya’yı çok fazla kışkırtmanın bir anlamı yok, o yüzden silah selamı vermeyi bırakalım” dedi. Bence güvenlikten sorumlu kişi seppuku yapmak zorunda kaldı.
Yani o günlerde bir şey olursa hemen seppuku yapılırdı, yani bir kişi görevini yerine getiremezse, amir önce astını seppuku yapmaya zorlardı. Günümüz dünyasında mücbir sebep denildiğinde veya göbeğinizin kesilmesinin kaçınılmaz olduğu durumlarda ne kadar uğraşırsanız uğraşın bu imkansız diye düşünüyorum sorumluluk almaya gerek yok. Edo dönemi, birine böyle bir şeyi yapması söylendiğinde ve o bunu yapamadığında, ne kadar yeteneklerini aşsa da, seppuku yapması emredilse bile şikayet edemezlerdi, işte böyle bir dönemdi.
Sakai Olayı
Perry kendini dinletecek kadar kibirli olduğunu söyledi ama bunun saygısızlık olduğunu söyledi ama Japonların gerçekten seppuku yaptıklarını çok iyi anladım.Bu bir sonraki “Sakai Olayı”.
Meiji döneminin ilk yılının (1868) Aralık ayında, Fransız denizciler açık bir liman olmayan Sakai’ye çıktılar. Fransız denizcilerin karaya çıkıp dükkan aradıklarını ve vatandaşların dehşete kapıldığını duyan Sakai’yi koruyan Tosa aşireti askerleri, Fransız denizcileri tabancayla vurdu.3 kişinin öldüğü bir olay meydana geldi.
Fransa sertleşirken, Fransız elçisi Leon Roche, garnizon şefinin ve Fransız’ı öldüren askerin idam edilmesini ister. Büyük miktarda tazminat talep ettiler, ancak Meiji hükümeti, Edo’daki şogunluğa saldırmak zorunda kaldıklarında Fransa’yı gücendirmenin zor olacağına karar verdi, bu yüzden yirmi Tosa samurayını seppuku yaparak intihar ettirdiler. tazminat. Ancak onları kimin öldürdüğünü bilmediğimiz için iki garnizon komutanı arasından kurayla seçilen 18 kişiye seppuku yapmalarını emretmeye karar verdik. Bu aynı zamanda Mori Ogai’nin yazdığı “Sakai Olayı” romanıdır. Askerlere üstleri tarafından “Japonya’yı korumak için ölmelisiniz” dediler ve bunu akılda tutarak seppuku olayına gittiler.
Seppuku yapan ilk kişi Fransız müfettişe “Sizin için ölmeyeceğiz. İmparatorluğu korumak için öleceğiz” der. Kaishaku oldukça zordur. Bu esnada iki kere kafamı kestim ama bir türlü kesemedim ve kesilen garnizon yüzbaşısı `Ölme, ölme henüz, kes şunu’ gibi bir şey söyledi. Çabuk.” Bu yüzden. Fransızlar sürekli izliyor ve tenleri solgunlaşıyor.
Bir sonraki komutanın başı kesildiğinde bu iyi gitti ama bir hikaye var ki boynu kırıldı ve Fransız’ın önüne yuvarlandı ve Fransız artık ayaklarının üzerinde duramıyor, o kadar korktum ki kesilince. sekizinci kişi, “Yeter” dedim ve çıktım. Diğer askerler “Herkes ölse de hayatta kalan sadece biz olamayız” diye ısrar ettiler.Kurtulduğumla ilgili bir hikaye var.
Bu “Sakai Olayı”, Batılıların tanık olduğu birinci veya ikinci seppukudur. Birincisi, bundan önce “Kobe Olayı” denen benzer bir olay vardı ve ben tek başıma seppuku yaptım. Bunun gibi olaylarla Japonya inanılmaz bir ülke. Kendini kesen ve ölen birçok insan olduğunu öğrendiğimde, bu benim Japonya algımı değiştirdi sanırım.
Eski bir hatamoto İngiltere’de okumaya gittiğinde, İngiltere’de bir pansiyon sahibinin kızı bana şöyle dedi: “Sen bir samuraydın. Kılıç çekersen bir insanı kesersin, çizersen de bir samuray olduğu söylenir.” Kısa bir kılıçla kendi mideni kesersin. Bu doğru mu?” Aslında birçok yabancı cinayeti olmuş ve oldukça az sayıda İngiliz öldürülmüş ve bunların sorumluluğunu üstlenen ve seppuku işleyen birçok samuray vardı.Bu popüler bir gelenek haline gelmiş gibi görünüyor.
Inazo Nitobe tarafından “Bushido”
Inazo Nitobe, “Japonya korkunç bir ülke” şeklindeki Batılı söylentilere yanıt olarak, “Bu yanlış anlamaları ortadan kaldırmalıyız” dedi. yasallık, samurayın günahlarının kefaretini ödediği, geçmiş hataları için özür dilediği, utançtan kurtulduğu, arkadaşlarının ve hatta kendisinin kefaretini ödediği yer. Bu, bir kişinin samimiyetini kanıtlamanın bir yoludur” diyerek seppukunun çok onurlu bir davranış olduğunu vurguladı. Bununla ilgili oldukça mantıksız bazı argümanlar var, ancak Bay Nitobe, Avrupa’nın Japonya hakkındaki hatalı görüşüne, “Japon halkı ne yapacaklarını bilmiyor” şeklinde yanıt verdi. ve seppuku yapmak, bu onur duygusunun bir tezahürüdür.
Bay Nitobe’nin “Bushido”su bugün bizim için bile çok kolay anlaşılır bir bushido.Bir samuray kılıcını çekerken bir onur duygusu hisseder.Kılıcı çekip rakibi öldürmektense, ne olduğunu görmezden gelerek kaybettim. Gerçek samurayın numara yapmak olduğu söylenir, ancak başlangıçta, bir samuray rakibi tarafından alaya alındığında, kılıcını çekmeli ve rakibini öldüresiye kesmelidir. Bunu yapmazsan, korkak olduğun için seppuku yapman emredilen türden bir toplum olur. Ancak böyle bir toplumda burada burada savaşlar başlayacak ve işler zorlaşacaktır. Şerefinizi gerçekten incitiyorsanız, kılıcınızı çekmeniz gerekir, ancak Nitobe’nin “Bushido”su seppukudan nasıl kaçınılacağının öğretisini de içerir ve çok mantıklı bir bushidodur.Ancak, gerçek bir samurayın görünüşünden biraz farklıdır. .
Bay Nitobe, “Avrupa’da şövalyelik var ve Japonya’daki bushido, Avrupa’daki şövalyelikle aynı şeref kavramıdır” dedi. Ancak intihar ederek intihar etmek şövalyeliğin bir parçası değildir. Şövalyelik, kişinin sevdikleri için ölmek için hayatından vazgeçmesi ve savaşma cesareti göstermesi gibi erdemlere sahiptir, ancak Hıristiyan dünyasında kendi başına ölmek diye bir şey yoktur. Bu anlamda, sorumluluk alma ve kendi canına kıyma geleneği Japonya’ya özgüdür.
Belki de Avrupa şövalyeliği, insanın kendi hayatını çöpe atmaktansa, bir şeyler elde etmek için hayatından vazgeçmesi gerektiğini düşünme biçimidir.Bu, dünyayı korumayı vurgulayan bir fikirdir ve hangisinin üstün olduğuna karar vermek oldukça güç bir problemdir. Etik açısından, Japonların muhtemelen daha derin bir etik anlayışı var, ama bence bazı şeyleri fark etmeden ölmeleri biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
3. Gerçek Seppuku
kavga sonu
Daha önce de söylediğim gibi, bir samuray rakibi tarafından kesildiğinde veya aşağılandığında, hemen karşılık vermelidir. Bir savaşçı bir savaşçıdır. Kılıçla savaşan bir kişi, alay konusu olursa ve kılıcını çekemezse, bir savaşçı olarak işe yaramaz. “Böyle bir kişinin seppuku yapması gerekir” görüşü etik bir görüştür.
Kanei döneminin 19. yılında (1642), Yamagata klanından Sanjuro Uchida adlı bir adam, Edo’da altı ay görev yaptıktan sonra memleketine döndü. Kuzey Kanto bölgesindeki bir posta kasabası olan Ashino’da, bu adam yanlışlıkla Yonezawa klanının baş hizmetlisi Kuranosuke Hirabayashi’nin küçük bir hizmetkarı (hizmeti) ile kavga eder. Kavga etmemize rağmen hanın verandasında oturuyordum ve birisi bana “Ne yapıyorsun? Uzaklaş oradan” diye sordu. Rakibin geldi diye alnını kesmek sıkıcı bir tartışma. Sanjuro bir grup küçük adam tarafından ele geçirilmek üzereyken, bir han görevlisi (bir posta kasabası yetkilisi) – bu bir kasabalıdır – araya girdi ve Sanjuro’yu başka bir yere koydu. O sırada aralarında Shirouemon Onuki’nin de bulunduğu bazı meslektaşları geldi ve “Eğer sen de Sanjuro’nun tarafını tutuyorsan, ona karşı da hareket etmeli ve onu kızdırmalısın” dediler. fikir. Bir samurayın daha düşük rütbeli biri tarafından sopayla dövülmesi utanç verici olurdu, bu yüzden midesini kesmek zorunda kaldı. Kişi kesmezse kendi kanaatini oluşturacağını söyleyip mideyi keser.
Sonra Saburoemon Nagasaka adında biraz daha yaşlı bir adam onu ikna etti. Sanjuro’nun karnını kesmesini sağlarsanız, tazminat olarak rakibin kafasını almak zorunda kalacaksınız. Hirabayashi, küçük adamın kafasını kestireceğini söyledi ama bu bir samuray ve diğer taraf küçük bir adam. Sanjuro midesini keserse, Hirabayashi de midesini kesmek zorunda kalır. Bu olursa Hirabayashi, Yonezawa klanının ağır sıkletlerinden biri olduğu için çatışmaya girecek. Durumu sorunsuz bir şekilde halletmek için Sanjuro’nun midesini kesmeden bitirmenin daha iyi olacağını düşündüm.
Şimdilik olay bitmiş gibi görünüyordu ama ben Ashino-juku’dan ayrılıp Shirakawa-juku’ya vardığımda grup başkanı Tohachiro Sugiura geldi ve “Kavgaya girdin ve beni dövdün” dedi. Bu bir samuray için son derece elverişsiz, bu yüzden mideni kes”, Sanjuro’ya seppuku yapmasını emretti. Patron olan Sugiura bunu gözden kaçırırsa sorumlu olabilir, bu yüzden kavganın tarafı olan Sanjuro’ya seppuku yapmasını emretti ve o kadar.
Bunun yeterli olacağını düşündüm, ama değil. Edo konutunda bu olayı duyan Nagasaka Saburoemon ve diğerleri, Sanjuro’nun onunla görüşmeden intihar etmesine izin vermedikleri için şiddetle eleştirildi. “Ashino’da Sanjuro ile ilk kez tanışmadım, bu yüzden bu benim sosyal statüme uymayan bir davranış biçimi.” Başka bir deyişle, Sanjuro ile tanışmak, ona durumu sormak ve bir sorun varsa karnını kesmek, bir samuray meslektaşının nasıl olması gerektiğidir. Sonunda, alan yetkilileri tarafından sorguya çekildi ve alanın efendisi Masayuki Hoshina, bilge bir hükümdar olarak biliniyor, ancak verdiği karar, Yonezawa alanıyla çatışma korkusu nedeniyle bir samuray için uygun değildi. onu öldürmeye çalışan seppuku yaparken, onu takip eden Shirouemon Onuki sürgüne gönderildi, diğer ikisine de sınır dışı edilmeleri emredildi.
Sadece tartışan ve utandıran insanlar seppuku yapmazlar, aynı zamanda fikirlerini doğru düzgün ifade edemeyen insanlar da seppuku yapacak kadar ileri giderler. Şimdi düşünürseniz, “Bu kişi neden seppuku yapıyor?” Seppuku yapmayı kendisi seçmedi, ama kendisine seppuku işlemesi emredildi.
Böyle bir toplumda utanmadan yaşamak çok zordur. Yamamoto Tsunetomo’nun “Bushido ölmek ve öğrenmekle ilgilidir” diyen Hagakure’si, onun kibirli olduğu anlamına gelmez. Hayatta kalması muhtemel olanı seçerseniz, her zaman utanırsınız ve sonunda seppuku yapmak zorunda kalacak. Şüpheniz varsa, kılıcınızı çekin ve rakibinizi kesin. Şanslıysanız yaşayabilirsiniz. Bu kadar sert bir toplumda kendinizi korumak istiyorsanız korkak olarak anılmamak için bir adım atmalısınız. Bu anlamda Sengoku döneminden beri var olan bushido değil, tamamen Edo dönemi bushido’dur.
ekonomi politikasının başarısızlığı
Sırada, ekonomi politikam başarısız olsa bile karnımı kesmek zorunda kaldığım bir durum var. Modern zamanlarda düşündüğünüzde oldukça ilginç bir hikaye, ancak Aizu klanının en parlak adamı Kuhachiro Nagasaka, çabalarıyla tanındı ve Genroku 11’de (1698) “acil durum para biriktirme ayarladı”. klanın yedek fonunu artırması emredildi ve eski bir muhasebe müdürü olarak seçildi. Klanın maliye bakanı gibi bir rol. Genroku 13’ün baharında (Genroku döneminin 13. yılı), Aizu klanının mali durumu zor durumdaydı ve klan üyelerinin ve halkın zorlukları derinleşiyordu. Kuhachiro, “Banknot Parası İçin Ek Hususlar” adlı bir plan hazırlayıp sunar ve bonoları basmak için ana hizmetli ve alanın efendisinden izin alır. Çok sayıda han faturası yapılır ve dağıtılırsa, sıradan insanlar para kazanabilir ve esnek olabilir ve samuray da para alabilirdi.
Çok sayıda han senedi çıkarılsa ne olur, zaten fiyatların fırlamasına neden olur. Han faturaları herkese açık olmadığı için, sıradan insanlar yüksek fiyatlar nedeniyle bir şeyler satın alamazdı. Dahası, o zamanki han bonoları bugünkü Japonya Merkez Bankası bonoları kadar sofistike değildi, bu nedenle sahte bonolar ortaya çıkmaya devam ederek inanılmaz bir enflasyon artışına yol açtı.
Yani günümüz şartlarında enflasyon hedefi koymuşlar ve Japonya Merkez Bankası giderek daha fazla banknot çıkararak Japonya’yı zenginleştirmeye çalışıyor. Sonuç olarak fiyatlar yükseldi ve sıradan insanların kızgın sesleri Maliye Bakanına döndü. Ardından alan yetkilileri Kuhachiro’ya “Bunu neden yaptın?” diye sordu. Kuhachiro’nun planına alan yetkilileri tarafından izin verildi, bu yüzden “Dürüstçe doğruyu söylersen, muhtemelen sorun olmaz” dedi ama sonunda kendisine seppuku yapması emredildi. “Kuhachirogi, en başından beri yaptıkların için çok teşekkür ederim ve ben de insanlardan sık sık özür diledim ve insanlar büyük dezavantajlı duruma düştüler. Hafife alınamayacak doğruluğun son derece adaletsiz olduğu söylenir.
Kuhachiro başından beri hem hükümetin hem de halkın yararına olacak bir enflasyon hedefi belirlemiş ve çok sayıda banknot basmış ve bunun sonucunda hem samuraylar hem de halk büyük zarar görmüştür. Bu kolay bir suç değil ve alanın efendisi aşırı derecede saygısız hissediyor. Başlangıçta bu bir ceza, yani kafa kesme olacaktı, ancak suç birinci dereceye indirilip seppuku tarafından affedilirse, böyle korkunç bir ceza verilirdi. Yani samuray iyi niyetle yapsa bile sonuç başarısız olursa seppuku yapmak zorundadır.
Bu şekilde, tarafların yine de başarısız olursa seppuku yaptıkları birçok durum vardır. Şimdi düşününce, tabii ki bölge yetkilileri ve baş hizmetlileri de Kuhachiro’yu atadı, onun fikirlerini kabul etti ve onları onları uygulamaya zorladı, bu yüzden sorumlu olmalılar. Ama başaramazlarsa, “Bunu söyledin ama böyle olmadı” diyorlar. Yani doğrudan sorumlu kişi sorumluluk alıyor ve sistem öyle bir durumda ki üstteki kişi sorumluluk almıyor.
4. Ev Rahatsızlığı ve Seppuku
Bunkoto çöküşü
Gerçek seppuku’nun pek çok üzücü ve acınası örneği var ama fazla zamanımız olmadığı için onları kısaca tanıtacağım. Daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız, lütfen “Seppuku” (Kobunsha Shinsho) kitabımı okuyun.
Bunka’nın beşinci yılında (1808), Satsuma Bölgesi’nde ‘Bunka Hoto çöküşü’ adı verilen bir kan davası çıktı. Baş hizmetli Chikara Kabayama ve Sueyasu Chichibu da dahil olmak üzere partinin on üç üyesi seppuku’ya, yirmi beşi Totoshima’ya mahkum edildi ve tapınağa girme, hapis ve hapis dahil olmak üzere toplam 115 kişi cezalandırıldı. Kabayama ve Chichibu, alanın yönetiminde reform yapmaya çalıştı, ancak alan lordunun büyükbabası emekli Shigehide Shimazu’nun gazabı nedeniyle hepsi iktidardan düştü.
Yalnızca etki alanı yönetimini yeniden düzenlemeye çalıştıkları için, yalnızca emekliliğin gazabından etkilendiler, bu nedenle seppuku sipariş etmek zordu, bu nedenle herkes “uzak bir adaya kapatıldı.” Kagoshima’nın birçok adası var, bu yüzden Kikaijima, Okinoerabujima ve Tokunoshima’ya sürgün edilecekler. Chichibu Sueyasu’nun akrabaları olan Chichibu ve Kabayama liderleri Jingozaemon Kawakami ve Ichirozaemon Sagara ile ilgili olarak klan hükümeti tarafından çağrıldı ve “Taro (Chichibu Sueyasu) ücra bir adaya mahkum edildi ve koltuk olarak görev yaptı. kafese kapatılırsın, henüz birbiri ardına ziyaret etme havasındayken akrabalık kurallarına göre çalışmalısın.”
Dönemin tarihi malzemelerinde “çalışmak”, “mücadele” demektir. Başka bir deyişle, başlangıçta ücra bir ada olmasına rağmen, alan yetkilileri akrabalarına “onu öldürmelerini” emretti. Chichibu bunu duyduğunda ne yaptı? Kisanji Kasaku’da [aslında Kawakami Jingozaemon] seppuku ve benzeri yazıyor.” “Evet, anlıyorum” dedi ve beni hapishaneden çıkarmasını istedi. Ellerimi yıkadım, saçımı düzelttim, akrabalarımla sake fincanlarını değiş tokuş ettim ve kendimi keserek ölmek için hapishaneye geri döndüm. Feodal bey ya da feodal beyin babası olan feodal bey `ölmelisiniz’ dediğinde, bunu akrabalarından duyduğunda ölmekten başka çaresi olmadığını düşünür, ve çok itaatkar bir şekilde kendini son kez hazırlıyor.Midemi kesiyorum.
Kabayama’nın durumu benzerdi ve bir akrabası Kabayama’ya, “ Reddetmen için seppuku yaparken bir vakizaşi göndermelisin. ” Seppuku için sorumluluk alacağım, bu yüzden lütfen vakizaşinizi bana ödünç verin.” Bir akraba, Kabayama’ya kendini öldüren bir wakizashi verir. Kendimi öldürmüş olsaydım, onu öylece bırakmak zorunda kalırdım ama onun için üzüldüm, bu yüzden muhafazanın kilidini açtım ve ona yardım etmek için içeri girdim. Müdahale için şikayette bulundum. Klan ona onu bir zashiki hapishanesine koymasını söyledi ama o, “Onu açabilirsin” demedi. Başka bir deyişle, “Kabayama’nın kendisini öldürmesini sağladım. Kabayama’yı intihara zorlamak samurayların tavrıdır ve” sadece müdahale ettiği için “geri çekme talebi” yayınlamak. Bana sık sık Edo döneminde bir samuray olarak doğmak isteyip istemediğim soruluyor ama bunun gibi örnekleri görünce hiç doğmak istediğimi düşünmüyorum. Ne kadar canınız olursa olsun, bunun yeterli olmadığı bir dünya.
5. Samuray’ın istismar edilen gururu
Şogunluğun eski vasalı Susumu Honda’nın söylemi
Birkaç seppuku türü vardır ve eski Hatamoto Honda Susumu’nun hatıralarına göre üst, orta ve alt seppuku vardır.
“Shimo no Seppuku” nedir? Edo döneminin sonlarında Kyoto’da geçen bir hikayedir.Sistemde kanunları çiğneyen herkes belediye yargıcına teslim edilir ve suçlu ilan edilir. girmeden önce acıkmak daha iyi olur, ben de yardımcı müfettiş olarak geldim.” Seppuku’ya tanık olan habercinin adı Kentsu’dur.
“O kişi çiftlikçi. Akranlarım yanıma gelip aç olduğumu söylediler ama ben ırgat olduğum için sebebini hiç anlamadım. O kadar bir şey yapmayacağımı söyledim. ölüyordum, bu yüzden durdum. Anlamadım, bu yüzden Totou’nun etrafında toplandım ve onu öldürdüm.”
Rahatsızlık, örneğin bedava yemek ve içmektir. Eğer bir samuray olsaydınız, biri size midenizi kesmenizi söylese, midenizi keserdiniz, mantığını bilmiyorum. Çok açık. Ölmeyi hak edecek bir şey yaptığını düşünmüyorum ama Hitotsubashi ailesinin kasaba sulh hakiminin eline düşmesi ve böyle rezil bir insanı bırakıp gitmesi çok kötü.Susmasına izin verdim ve karnını kestim. Yani seipuku ile kastedilen budur ve kişinin kendisi midesinin kesilmesini uygun bulmasa da çevresindeki insanlar bunu uygun bulmuştur ve kişinin kendisi kesmiş olsa bile Düşünme, gelip onu öldürürdü ama seppuku kılığına girerdi. . Bence bu, o zamanki seppuku yönteminin bir yönünü gösteriyor.
“Naka no seppuku” dönemin konsepti açısından biraz düzgün bir seppukuydu. Tokugawa Yoshinobu’nun Hitotsubashi ailesinden ayrılıp shogun olması ve ardından Edo Kalesi’nden ayrılmasının hikayesidir. , Ücretsiz oynadım. Sonra Yamaoka Tesshu, “Senin için üzülüyorum ama seni öldürmeliyim” dedi. Daha sonra diğer kişi, “Bu kelimeyi duyunca dehşete kapıldım” dedi. Para vermeden yiyip içerseniz ve “sana seppuku yapmanı emrediyorum” dersen, “anlıyorum” deyip karnını kesmiş olursun. Bu “Naka no Seppuku”dur.
“Yukarı seppuku” ile kastedilen, belirli bir samurayın birisi tarafından alaya alınması ve o kadar hüsrana uğramasıydı ki rakibine biçmek istedi, ama şimdi bu acil bir durum, yani bu tür bir iç tartışma. yapmamalıydım, ben de katlandım ve eve gittim. Ancak, kendisinin o gece kendisini utandırdığı ve durumdan memnun olmadığı için intihar ettiği bir durum var. Honda bunun “üst seppuku” olduğunu söylüyor.
“Yukarı seppuku” samuray etiğinin bir örneğidir, bana emir verildi. Nispeten kolay bir şekilde seppuku yapmaları emredilenler ve ölmek istemedikleri için direnmeye çalışsalar bile, bu “Aşağıdaki Seppuku”da görüldüğü gibi, etraflarındakiler tarafından saldırıya uğrar ve öldürülürler. Ya da akrabalarım tarafından öldürülürdüm.
Seppuku yapıp yapmamaya patron karar verir ve patron daha yüksek bir statüye sahip olsa da usta değildir. Ancak patronun sözleri, efendinin sözleri, yani daimyo veya shogun’un sözleri olarak yorumlandı. Edo döneminde ustasının duygularını üstlenen bir patronun sözlerinin ustanın sözleri olduğu anlaşılmıştır. İster direkt patronunuz, ister üstünüzdeki patron, söylediğiniz her şeyi efendinizin sözleri gibi dinleyin. Efendim bana öl diyorsa ölmeliyim. Bu, Edo dönemindeki samuray kavramıdır.
Daha sonra, baş hizmetli sorumluluğunu altındaki kişiye yükler ve bununla her şey yapılır mı? Satsuma klanının aile kargaşası “Bunka Hoto Kuzure”ye karışan hem Kabayama hem de Chichibu baş hizmetlilerdi. Ölmem gerekiyordu.
Mori ailesinin üç baş hizmetlisinden Seppuku
1864’te Kinmon Olayı’nda Choshu klanı Kyoto’nun kontrolünü yeniden ele geçirmeye çalıştı ama yenildi. Bu sırada, alanın efendisi Yoshichika Mori (daha sonra Yoshichika), İmparatorluk Mahkemesine aşağıdaki mektubu gönderdi.
“Geçen ayın 19’unda -“Kinmon Olayı”ndan bahsediyorum”- bakan (Mori Yoshichika) korkuya dayanamadı ve üç vasal, Masuda, Fukuhara ve eyalet valisi , yatıştırıldı, emirlerine karşı geldi ve Sürgündeki Parti’nin lideri oldu. Bu günah büyüktür. Bu yüzden bu sırrı saklayacağım ve bir sonraki hayatımı bekleyeceğim.” Kendi emirlerine rağmen Masuda, Fukuhara ve Kokushi, “Kendinize saygı gösterin” sözlerine itaatsizlik ettiler ve bunun yerine İmparatorluk Mahkemesi’ne boyun eğdiler. Günahı büyüktür. Bu yüzden onları yakaladım ve bir sonraki hayatlarını beklediğimi bahane ettim.
Hagi bölgesi tarihçisi Hisao Horiyama, Mori Takachika’nın bu kararına “Kokushi Shinano Shinsouden”de yanıt verdi, “Bir vasal yalnızca lordu korumak içindir ve kişinin hayatı lorda sunulmalıdır. Görev budur. ve maaş alan bir vasalın sorumluluğu.Böyle şeyler ne lord tarafından zorlandı ne de bencilce savunuculuk. Takachika-san o kadar da kötü bir insan değildir.Bir vasal sadece lorda yardım etmek için oradadır.Nesilden nesile maaş alıyor olmaları bunu yapmak içindir.Ancak bu tam olarak Edo döneminin konseptidir. .
Mori ailesinde, üç baş hizmetliye seppuku yapmaları emredildi. 11 Kasım’da Uemon Masuda (32 yaşında) Tokuyama’nın Sojiin Tapınağında seppuku yaptı ve Kokushi Shinano (23 yaşında) Chosenji Tapınağında seppuku yaptı. Ayın 12’sinde, Echigo Fukuhara (50 yaşında) transfer edildiği Iwakuni’deki Ryugoji Tapınağı’nda seppuku yaptı. Kafa Shogunate’e gönderilir. Baş hizmetli seppuku ile kaçmayı başardı, ancak Noyamagoku’ya gönderilen dört kurmay subayı Samanosuke Shishido, Kuro Nakamura, Shobei Takeuchi ve Sahei Sakuma’nın başları kesildi.Sonuç olarak klan, Kinmon Olayının sorumluluğunu üstlendi. .
Bununla birlikte şogunluğun ilk seferi, askerleri terhis ettikten sonra şimdilik sona ermiş olacak. Şu anda, şogunluğun sadakat hizbi Choshu’da güce sahipti, ancak şogunluk ordusu dağılıp Kyoto ve Osaka’ya döndüğünde, Takasugi Shinsaku Shimonoseki’de isyan çıkardı ve klanın görüşünü tekrar Choshu’ya karşı çevirdi. şogunluğu devirmek ve ondan sonra, bildiğiniz gibi. O sırada Choshu klanını kurtaran şey, efendilerinin sorumluluğunu almak için midelerini kesen üç baş hizmetlinin eylemiydi. Yani bir vasalın amirine yardım etmek için midesini kesmesi Bushido’nun en temel fikridir, hayatta kalması için böyle yapılmıştır. Bu tür bir düşünce, Edo döneminde Bushido idi.
Aslında feodal bey ortadan kaybolunca Edo döneminde aile de yok olmuştur. Vasallar lordun evini korumak için oradalar, yani tüm vasallar ölse bile lord kalmalı. Yani shogi gibi kral kaldığı sürece savaşabilirsiniz ama kral giderse kaybedersiniz ve ev yok olur. Modern bir şirkette başkan gitse de, başkan gitse de organizasyon devam edecek ve bir sonraki kişi başkan veya başkan olursa da varlığını sürdürecektir. Kurucu başkanın atandığı bir şirkette bir skandal durumunda tüm yöneticiler istifaya yönelir veya genel müdür sınıfı görevden alınır ve sadece başkan ve başkan korunur, ancak şirket kalır. Ancak, Edo döneminde, bölge sadece efendinin “evi” idi ve lord olmadan alanın varlığının kendisi anlamsız olurdu.Umarım anlamışsındır.
Sonuç olarak
Bu samuray düşüncesi veya seppuku geleneği modern Japonya’ya ne getiriyor?
Seppuku, samurayın gururuna, yani samurayın gururuna dayanan bir gelenektir ve samuray yönetici bir sınıftır. Geliri az da olsa gururu çok yüksek. Yüksek bir sorumluluk duygusuna ve asil bir mecburiyete sahip olması gerekiyordu. Bir madalyanın önü ve arkası gibi, yüksek statülü bir kişinin daha yüksek bir sorumluluğu olmalıdır. Seppuku, yalnızca samuraylara izin verilen bir sorumluluk alma şeklidir, ancak yasal olarak “böyle bir şey yaparsanız seppuku yapmanız gerekir” şeklinde belirlenmemiştir. , bu seppuku için yeterli sebepti.
Seppuku yapmanız emredilmiş olsa bile, bu bir ceza değildir, bu sizin kendi sonuçlarınız meselesidir, bu nedenle suç ölümle sonuçlanmasa bile hiç farketmez. Mevcut ceza kanununa göre böyle bir şey yaparsan ölüm cezasına, böyle bir şey yaparsan müebbet hapis cezasına çarptırılırsın. Seppuku, “Bunu neden yaptın?” En ufak bir sorunun bile sorumluluğunu almanın tek yolu.
Kendi sorumluluğunu üstlenmek – bu, samurayın yüksek sosyal haysiyeti ve gururu tarafından desteklenir. Tüm samuraylar, alt rütbeler için bile bu yüksek gurura sahiptir.Genellikle düşük rütbeli kişi seppuku yapar ve dava sona erer. Kendi kötü yönetiminin sorumluluğunu üstlendiği zamanlar vardır, efendisi için günah keçisi gibi davrandığı zamanlar vardır ve üstlerini korumak için kendini feda ettiği zamanlar vardır ama her halükarda yüksek statülü olmak demek, Karnını kesme adeti olduğu için bu tür akıl dışı olayların kolayca meydana geldiği söylenebilir.
Şu anda bile doğrudan sorumlu olan kişinin amirinin sorumluluğundan kaçınarak sorumluluk aldığı durumlar olduğunu düşünüyorum. Tersine, her şeyden en fazla sorumlu olan kişinin “Ben sorumluyum” diyerek karnını kestiği zamanlar vardır.
Günümüze ulaşan tek form budur ve insanlar bir şeyler ters gittiğinde istifa etmek gibi şeylerin sorumluluğunu alma eğilimindedir. Niyetiniz iyiyse başarısızlığın detaylarını araştırmalı ve bir dahaki sefere böyle bir hataya düşmemek için gelecekte bundan yararlanma fikrine kapılmamalısınız.Bence sorun şu ki “Yeniden başlayalım” denilerek başarısızlıktan ders çıkarılmamasıdır. Öyle olsa bile, bir hata yapsanız bile, gelecek için bir ders alsanız bile, sonsuza kadar o pozisyonda kalmak sorun olabilir.
Modern zamanlarda, üstlerin de astların sorumluluğunu alması gerektiğinin yaygın bir bilgi olduğunu düşünüyorum. Sadece doğrudan sorumlu kişi değil, onların üstündeki kişiler de müştereken ve müteselsilen sorumludur.Bir aksilik olursa, müdür veya başkan bile sorumluluğu üstlenip istifa etmek zorunda kalacaktır. O durumda bir şey olursa en üsttekiler bile istifa etmek zorunda kalacak ki bu zor, bu yüzden bu tür skandalları mümkünse gizlemeye çalışıyorlar, bu da örtbasların oluşmasını kolaylaştırıyor. Bireysel skandallar vaka bazında genellenemez.Uygun şekilde cezalandırılamayan bir kusuru var ve bir şekilde, Edo döneminden beri Japonya’da birine seppuku yaptırma veya birlikte seppuku işleme eğilimi var. Ben hallederim.
Hayır, bu kadar çok kötü şey görmemelisin. İyi noktalar da var. Yanlış bir şey yaparsanız, kendiniz için sorumluluk alın. Bu tepeden tırnağa, bazı insanlar bundan paçayı sıyırmaya çalışabilir ama birçoğu öyle düşünüyor. Edo döneminde etik duygusu çok yüksek olan, kendi sorumluluğunu üstlenen birçok insan vardı. Sistemlerin ve geleneklerin iyi ve kötü yönleri seppuku geleneğine çok güçlü bir şekilde yansır.Öte yandan seppuku yapma sorumluluğunu üstlenmenin Japon halkının en yüksek erdemi olduğunu söylemek kolay değildir. Bence her birinin iyiliği ve kötülüğü, her bir kişinin yargısında sınanacaktır.
Japon seppuku geleneğinden, Japon etik bilincinin ne olduğunu düşündüm. İlginiz için çok teşekkür ederim.
(Profesör, Tarih Yazımı Enstitüsü, Tokyo Üniversitesi, Bunpaku, Bunpaku, 1980
Nobelde vefa olmaz
Hazırlayan: Hakan Kısa
Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Louise Glück’ün ajansı “El Chacal” şairenin İspanya’da yayınlanmış kitaplarını geri çekmek için harekete geçti.
Valencia’da faaliyet gösteren editoral Pre-Textos adlı yayınevi Amerikalı şairenin 11 kitabından yedisini o daha tanınmadan önce yayınlamıştı.
El Chacal, adı üstünde, şimdi çakallık yapıyor.
Temsil ettiği kalem Nobel aldı ya, etrafa saldırıp azami kazanç elde edecek…
Bundan Glück’ün haberi olmalı.
Ruhani şaire adına konulan ödül trans yazara verildi
Juana Ines de la Cruz (1651-1695), Meksikalı rahibe ve şaire.
Hispanik dünyanın önemli klasik şairlerinden. Kısa ömrünün yarısını bir manastırda geçirmiş olduğu halde güçlü dizeleriyle kadının özgürleşmesi yolunda mücadele etmiştir.
1993 yılından bu yana adına edebiyat ödülü verilmektedir.
Bu yılki ödül bir trans bireye değer görüldü.
Arjantinli trans yazar Camila Sosa Villada, “Las Malas” (Kötüler) adlı romanıyla bu prestijli ödülün sahibi oldu.
Aynı zamanda tiyatro ve sinema oyuncusu olan 1982 doğumlu Villada iyi bir kalem. Shakespeare…
Dünyada 4 ırk var : Beyaz Sarı SiyahKızılderiliİnsanyaşamakta
Neden Dünya’da sadece Beyaz Sari Siyah Kizil derili ve ya 4 ırk var?
Neden birbirlerinden bu kadar farklılar?
Adem ve Ava Çocukları 4 Irk Dünya geldi! Adem ve Ava Er ve Kadın nasıl dört ırk yaratabildiler. Başka Erkek ve Kadın olmadığı halde Adem ve Hava çocukları zenci beyaz avrupalı çinli sarı tenli kızıl derili amerikalı
Farklı ırklar, yaşadıkları bölgeye uygun ten renklerine nasıl sahip olurlar?
Kâinatın idaresinde suhûlet var…
Yaradan Canlıları İndirdi Geliştirdi ve sonra Dünyalı İnsanı gönderdi…Ve şimdi söne çıkan soruları gözden geçirelim.
Neden Dünya’da sadece Beyaz sari siyah kizil derili ve ya 4 ırk var?
Neden birbirlerinden bu kadar farklılar?
Farklı ırklar, yaşadıkları bölgeye uygun ten renklerine nasıl sahip olurlar?
Öncelikle “Modern Dünya ırklarının” yerleşim haritasını inceleyelim!Gözümüzün önüne geleceği analiz edelim! Ne monogenizm ne de polygenism pozisyonunu kasıtlı olarak kabul etmeyelime! Analizimizi bir…
05/01/2023, 16:28Geleneksel mi yoksa modern mi? Kral Charles, taç giyme töreninde çağdaş sadeliğe güveniyor – bu, 6 Mayıs’taki kıyafet yönetmeliği için de geçerli.
Charles III’ün taç giyme töreni ile . (74) Britanya’da yeni bir esinti esiyor: 6 Mayıs 2023’teki tören, modern Britanya’yı yansıtmayı amaçlıyor. Hükümdar, zenginlik ve ihtişam yerine zarif bir kısıtlama ve modern sadeliği tercih ediyor. Danışmanlarıyla birlikte, kod adı “Golden Orb” olan ve kıyafet kurallarının da önemli ölçüde gevşetildiği daha kısa ve daha verimli bir taç giyme töreni geliştirdi.
Geçmişte “akranlar”, yani İngiliz aristokrasisi taç giyme töreninde katı bir kıyafet kuralına sahipti . Kontlar, vikontlar ve baronlar törene kırmızı kadifeden yapılmış, kakım kürküyle cömertçe süslenmiş yere kadar uzanan bir cüppeyle katıldılar.
Bu “taç giyme kıyafeti” 1400 civarında tanıtıldı. Cüppelerin mevcut tasarımı 17. yüzyıldan kalmadır. Ayrıntılar, bireyin rütbesi hakkında bilgi verir: Geçmişte, yüksek soylular, kadife paltolarına ek olarak, ermin süslemelerinde farklı görünümlü taçlar ve farklı desenler giyerlerdi.
Daily Mail’e göre, Kral Charles’ın yeni “Altın Küre” vizyonu, taç giyme töreni için giyinmeyi önemli ölçüde basitleştiriyor: Lordlar Kamarası (İngiliz Parlamentosu’nun üst meclisi) üyeleri, parlamento cüppeleri veya her zamanki iş kıyafetlerini giyebilirler. Taç giyme törenine davet edilen devlet başkanları da kıyafetlerini değiştirmek zorunda değildir: takım elbise veya üniforma giymelerine izin verilmelidir.
Kral Charles tayt yerine üniforma giyiyor
Charles ayrıca işini kendisi için çok daha kolaylaştırıyor. Raporlara göre, İngiliz kralı muhtemelen selefleri gibi ipek çoraplar ve altın iplikli jodhpurs içinde görünmeyecek: “Telegraph” ın bildirdiği gibi , Kral Charles’ın hizmete askeri üniformasıyla katılması çok muhtemel.
Daily Mail’e göre taç giyme töreni kıyafetinin “21. yüzyılın modern monarşisini” yansıtması onun için çok önemli. Danışmanları, geleneksel kıyafetin günümüz dünyasına uymadığı sonucuna vardı ve bu nedenle ona modern bir kıyafet yönetmeliği benimsemesini tavsiye etti.
Geleneğe göre, kral ve kraliçesi Camilla (75), taç giyme töreni sırasında iki farklı cübbe giyecekler: devlet cübbesi ve statü cübbesi. Charles ve Camilla, Westminster Abbey’e vardıklarında ve taç giyme töreninden sonra cübbeleriyle devlet kıyafetleri içinde olacaklar.
Kraliyet hanımları ne giyer?
Yere kadar uzanan elbiseler mi yoksa sadece baldır boyu mu? Taç giyme töreninde hazır bulunan kadınlar için rahat kıyafet kuralının ne anlama geldiği henüz tam olarak belli değil. Bu muhtemelen sadece 6 Mayıs’ta Westminster Abbey’de görünecek. Bununla birlikte, taç giyme töreninde konuklar arasında kilisede hiçbir taç parıldamayacak ve bunun yerine Prenses Kate (41) ve Co. Hollandalı Willem-Alexander (56) ve Máxima’nın (51) 2013’teki taç giyme törenleri de kraliyet standartlarına göre benzer şekilde gelişigüzeldi.
SS seferi ve Führer’in kişisel emriyle on beş yıl boyunca Tibet’te efsanevi Shambhala’yı aradı. Hem Hitler karşıtı koalisyondaki müttefiklere savaş ganimeti olarak gelen hem de Almanya’da depolanmaya devam eden bu seferlerin malzemelerinin gizliliği henüz kaldırılmadı. Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetleri, gizli dosyaları ancak 2044’te, yani seferlerden 100 yıl sonra açacaklarını açıkladılar. Haushofer’in Tibet sırları. Üçüncü Reich liderlerinin Doğu’nun okült uygulamalarının incelenmesine çok dikkat etmeleri tesadüf değildi. Adolf Hitler ve en yakın arkadaşı Rudolf Hess, kendilerini Münih Üniversitesi profesörü Karl Haushofer’in öğrencileri olarak adlandırdılar.İnanılmaz, olağanüstü bir kişilikti.ТSS seferi, Hitler – Alman halkı için Führer’in kişisel emriyle on beş yıl boyunca Tibet’te efsanevi Shambhala’yı aradı. Hem Hitler karşıtı koalisyondaki müttefiklere savaş ganimeti olarak gelen hem de Almanya’da depolanmaya devam eden bu seferlerin malzemelerinin gizliliği henüz kaldırılmadı. Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetleri, gizli dosyaları ancak 2044’te, yani seferlerden 100 yıl sonra açacaklarını açıkladılar. Haushofer’in Tibet sırları. Üçüncü Reich liderlerinin Doğu’nun okült uygulamalarının incelenmesine çok dikkat etmeleri tesadüf değildi. Adolf Hitler ve en yakın arkadaşı Rudolf Hess, kendilerini Münih Üniversitesi profesörü Karl Haushofer’in öğrencileri olarak adlandırdılar. İnanılmaz, olağanüstü bir kişilikti.
20. yüzyılın başında Japonya’da Alman askeri ataşesi oldu. Orada Haushofer, Doğu’nun en gizemli organizasyonu olan Yeşil Ejderha Düzeni’ne girdi, ardından Tibet’in başkenti Lhasa’nın manastırlarında özel eğitim aldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Haushofer hızla askeri bir kariyer yaptı ve Wehrmacht’ın en genç generallerinden biri oldu. Meslektaşları, başarılı bir subayın askeri operasyonları planlarken ve analiz ederken öngörme konusundaki inanılmaz yeteneği karşısında şaşkına döndü. Herkes generalin kahin olduğundan ve bunun Doğu’nun okült uygulamaları üzerine yaptığı çalışmanın sonucu olduğundan emindi.
Sadece Hitler ve Hess’i mistik sırlarla tanıştırmakla kalmayıp, daha sonra Himalayaların derin vadilerinde bulunan eski Bon-po dininin manastırlarının kapılarını Nazilere açan Karl Haushofer’dı (çeviride “Kara Yol” anlamına gelir) yüzlerce yıldır Avrupalıların kendilerine erişmesine izin vermeyen. Büyük ölçüde Haushofer’in etkisi altında, Tibet okültizminin ritüelleri, öncelikle Tibet yoga sistemine göre psikofiziksel eğitim tekniği ile ilgili olarak SS’nin Kara Düzeni uygulamasına dahil edildi. Gamalı haç da dahil olmak üzere Nazi sembolleri de Tibet’ten Nazi Almanya’sına geldi. Yine, 1904-1912’de, gizli kozmogenez üzerine ezoterik metinler içeren Avrupalı bilim adamlarının bilmediği eski el yazmalarını aramak için Lhasa’yı defalarca ziyaret eden Haushofer tarafından getirildiler. Gelecekteki seferlerin temelini oluşturan bu gezilerdi,
. Aynı zamanda bazı Budist manastırlarında, özellikle Bon-po manastırlarında, Batılı politikacıların çıkarlarını kendi amaçları için kullanma arzusu doğdu. Bon-po rahipleri tarafından hala gerçekleştirilen birçok karanlık ayinlerden biri, ritüel cinayetti. Merhumun ruhu, bu amaç için özel olarak yapılmış küçük bir heykelciğe aktarılmıştır. Düşmana teslim edildi ve hiçbir şeyden şüphelenmeden onu yanına aldı. Kurban edilen kişinin ruhu huzur bulamamış ve öfkesini heykelciğin sahibine salmış, onun tedavisi olmayan hastalıklara ve acılı bir ölüme neden olmuştur.
1920’lerin başında, Berlin’de dar çevrelerde “yeşil eldivenli adam” lakaplı garip bir Tibetli keşiş ortaya çıktı. Bu Hindu, Reichstag’a seçilecek Nazi milletvekillerinin sayısını şaşırtıcı bir şekilde basın aracılığıyla üç kez önceden kamuoyuna doğru bir şekilde bildirdi. Ayrıca en yüksek Nazi çevrelerinde ünlü oldu ve düzenli olarak Hitler’i ağırladı. Bu “doğulu sihirbazın, Agharti krallığına (Dünyadaki “Yüksek Bilinmeyenlerin” kalesi ve dünya dışı güçlerle astral iletişim penceresi olan Himalayalar’daki gizli bir merkez) kapıyı açan anahtarları elinde tuttuğu söylendi. ” Daha sonra Naziler iktidara geldiğinde, Hitler ve Himmler, Tibetli bir astrologa danışmadan ciddi bir siyasi veya askeri adım atmadılar. İlginç bir gerçek: gizemli Kızılderili’nin gerçek bir adı olup olmadığı veya takma ad olup olmadığı bilinmiyor.
Mistik bağlar güçleniyor 1926’da Bon-po’yu savunan Tibetliler ve Hinduların kolonileri Berlin ve Münih’te ortaya çıktı ve Almanya’daki Thule okült topluluğuna benzeyen Yeşil Kardeşler topluluğu Tibet’te açıldı. Naziler ayrıca Tibet lamalarıyla en yakın bağlantıyı kurdu. Mistik görevini yerine getirirken Hitler, daha yüksek güçlerin yardımını umuyordu. Bon-po ile faşizm arasındaki ittifak o kadar yakındı ki, binlerce Tibetli lama, Sovyet birliklerinin Berlin’e ilerlemesini durdurmak için Nazi Reich’in sönen alevlerine yardım etmeye gönüllü oldu.
Mayıs 1945’in başlarında, Berlin’in fırtınası sırasında Sovyet askerleri, Nazilerin cesetleri arasında yaklaşık bin yanmış insan cesedi buldu. Tüm göstergelere göre, bir kendini yakma eylemi işlendi. Cesetler üzerinde yapılan detaylı inceleme sonucunda kendilerini diri diri yakan kişilerin Hint-Himalaya ırkının karakteristik temsilcileri olduğu ortaya çıktı. Nişansız Alman üniformaları giymişlerdi. Kimliklerini kanıtlayan hiçbir belge yoktu.Alman ajanları Himalayalara saldırıyor Führer’in emriyle Himalayalara ve Tibet’e giden SS subaylarının önderliğindeki seferlerin çoğu biliniyor. Sonuçlarının oldukça eksiksiz raporları var. İstisna, ilk keşif gezisidir – bunu çok az kişi bilir. Her şey, SS subayı Wilhelm Bayer’in Raja takma adını alan orta yaşlı bir Kızılderili olan yeni bir ajanı işe almasıyla başladı. Bu Kızılderili, deniz seviyesinden yaklaşık 4000 metre yükseklikte, ebedi taş kütleleri arasında uzanan küçük ve gizemli Kullu Vadisi’nden bahsetti. Orada, ona göre, benzersiz bir tapınak vardı – Raja’nın “lingam” dediği Hindu panteonunun tanrılarından birinin kült enkarnasyonu. Girişi lanetli olan Kullu vadisinde gizlenmiş gizemli yeraltı şehrini de anlattı. Vadinin sakinleri sık sık yeraltından gelen gürültüyü duyar, gizemli şehre girmeye çalıştı ama kimse yapamadı. Vadideki tapınaklardan birinde, Dünya’daki yaşamın kökeninin gizemi sorusunun cevabını bulabileceğiniz kutsal bir kitap tutulmaktadır.
İLK SEFER. 1930’un sonlarında, daha Naziler iktidara gelmeden önce, aralarında Raja ve Wilhelm Bayer’in de bulunduğu beş kişilik bir keşif ekibi, gizemli Kullu Vadisi’nden Himalayalar’a doğru yola çıktı. Sefer, yalnızca 1934’ün sonunda Almanya’ya döndü. Yeraltı şehri keşfedilmedi, yine de Bayer, tahta bir kalem kutusuna gizlenmiş çok eski bir Sanskritçe el yazması getirdi. El yazması, Dünya’nın tarihi hakkında bilgi içeriyordu. İsa’nın doğumundan 20-30 bin yıl önce, başka bir yıldız sisteminden uzaylıların gezegenimize geldiğini söyledi. Yapay olarak yeni bir yaşam türü yarattılar – Dünya’da var olan hayvanları yönlendirilmiş mutasyon için kullanan ve yeni yaratık için bağımsız entelektüel ve sosyal gelişim için koşullar yaratan insansı bir yaratık. Aynı el yazması, uzaylıların Dünya etrafında hareket etmek için kullandıkları uçağın bazı teknik özellikleri hakkında bilgiler içeriyordu. Bazı araştırmacılara göre, el yazmasında yer alan bilgiler, Üçüncü Reich tarafından yirminci yüzyılın tasarım fikirlerinin çok ilerisinde olan diskolar yaratmak için kullanıldı. Almanya’nın yenilgisinden sonra çizimleri ve maketleri yok edildi. Ancak garip kokpit disklerinin birkaç fotoğrafı günümüze ulaşmıştır. Bir grup faşist subayın yanında yerden bir metre yükseklikte asılı duran cihazdaki gamalı haç olmasaydı, o zaman bir UFO olarak geçebilirdi.
En yüksek nitelikler, 21 metre yarıçaplı bir disk şeklindeki F-7 uçağı tarafından gösterildi. 17 Mayıs 1944’te inşa edildi ve ilk uçuşunu yaptı. Tasarımcının şahsen Hitler’e hitaben yazdığı raporundan, yükseliş hızının saniyede 800 metreyi geçtiği ve yatayın saatte yaklaşık 2200 kilometre olduğu biliniyor. Üçüncü Reich’te bu tür “uçan dairelerin” seri üretimini kurmayı başarırlarsa, Almanya semalarını düşman uçaklarından hızla temizlerlerdi.
İKİNCİ SEFER. 1931’de gerçekleşen bir sonraki Himalaya seferi daha ünlü. Amacı, zaptedilemez dağ vadilerinde saklanan Nepal manastırlarıydı. Hugo Weigold tarafından yönetildi. Ancak bir dağ nehri üzerindeki geçişlerden birinde bacağını kırdı ve liderlik, doğu Tibet’i daha önce ziyaret etmiş olan deneyimli bir dağcı olan SS Sturmbannführer Ernest Schaeffer’e geçti. Yolun tüm zorluklarına, o sırada Nepal’i işgal eden Çinlilerin muhalefetine rağmen seferi başarıyla tamamlamayı başardı. Ancak Shambhala ile temas gerçekleşmedi, ancak birçok eski el yazması, Avrupa’da bilinmeyen doldurulmuş hayvanlar ve bitki koleksiyonları Almanya’ya getirildi. Bu koleksiyonun incisi, 17. yüzyıldan kalma el yazması “Shambhala Yolu” idi. Efsanevi ülkeye ulaşmak için geçilmesi gereken kutsal yerlerin bir listesini sağladı. O günden bu yana birçok isim değişse de rota belliydi.
SONRAKİ SEFERLER En başından beri, SS-Sturmbannführer Ernest Schaeffer öncülük etti. Sonuçlarıyla ilgili raporlarını doğrudan Himmler’e gönderdi ve ondan sonraki görevler için talimatlar aldı.
1938 seferi sırasında özellikle ilginç sonuçlar elde edildi. Sadece “Shambhala Yolu”nda bahsedilen manastırların çoğu ziyaret edilmekle kalmadı, aynı zamanda gizli Budist ritüelleri hakkında eşsiz filmler de çekildi. Keşif heyeti üyeleri kutsal zirve Kanchenjunga’yı da ziyaret etti. Eski bir efsaneye göre, eteğinde bulunan ulaşılmaz bir dağ vadisinde yeraltı dünyasının girişlerinden biri vardır. Oradan çıkan enerji akışı o kadar kuvvetlidir ki vadiyi ziyaret eden herkes için reenkarnasyon çarkı durur ve kişi ölümsüzlüğe kavuşur. Kutsal vadiyi ziyaret eden Almanların sonuçlarının ne olduğu bilinmiyor. Seferin son varış noktası Tibet’in başkenti Lhasa idi. Burada Ernest Schaeffer, ülkenin naibi ile resmi bir toplantı yaptı (“doğu ve batı gamalı haçlarının buluşması”) ve birkaç bin Tibet askeri için Alman silahlarının temini konusunda gizli müzakereler yaptı. Tibet naibinin Hitler’e hitaben yazdığı mektubun içeriği ilginçtir:“Sevgili Bay Hitler, Almanya Hükümdarı. Sağlık, Huzur ve Erdem sevinci sizinle olsun! Şimdi ırk bazında geniş bir devlet yaratmak için çalışıyorsunuz. Bu nedenle, şimdi gelen Alman seferinin başı Sahib Schaeffer, Tibet yolunda hiçbir zorluk yaşamadı. Ekselansları, Kral Hitler, dostluğumuzun devamına dair güvencelerimizi kabul edin! İlk Tibet ayının 18. gününde, Dünya Tavşanı yılında yazılmıştır (1939).”
SON SEFER 1942’de Himalayalara gitti. 28 Kasım 1942’de, Alman ordusunun Stalingrad bölgesinde kuşatılmasından kısa bir süre sonra ve Afrika’daki Wehrmacht tümenlerinin yenilgisinden sonra Himmler, Hitler’i ziyaret etti. Yaklaşık altı saat yüz yüze görüştüler. Sadece 1990’da, Himmler’in Shambhala’yı bulması gereken SS subayları olan Tibet’e deneyimli dağcılardan oluşan bir müfrezeyi acilen göndermeyi teklif ettiği anlaşılan bir yayın çıktı. Führer’e teslim edilen proje, önceki seferler sonucunda elde edilen ve Shambhala’nın yaklaşık konumunu gösteren bir harita da içeriyordu. Himmler, Hitler’i Shambhala’nın gizemli, her şeye gücü yeten sakinlerinin yardımıyla tarihin tersine çevrilebileceğine ve zafere ulaşılabileceğine ikna etti. Ocak 1943’te, Avusturya’dan profesyonel bir dağcı olan Heinrich Harrer ve Himmler’in sırdaşı Peter Aufschnaiter liderliğindeki beş kişi, katı bir gizlilik içinde Berlin’den Tibet’e gitmek üzere ayrıldı. Ancak, daha Mayıs ayında, tüm şirket İngiliz Hindistan’da tutuklandı ve hapse atıldı. Ne de olsa İngilizler de Ruslar gibi doğu harikalarına giden bir yol arıyorlardı.
Heinrich Harrer bir yılda dört kez firar etti. Yakalandı ve geri getirildi, ardından her seferinde tüm mahkumlar için rejim sıkılaştırıldı. Ama kurtuluş geldi. Peter Aufschnaiter liderliğindeki Harrer’in yoldaşları, sonunda başarılı olan bir kaçış hazırladı. Doğru, tüm grup içinde sadece ikisi kovalamacadan ve geri kalanını biçen hastalıktan kaçmayı başardı. Birlikte Tibet’e doğru hareket ettiler. Harrer, beş yıl boyunca Shambhala’yı aramak için Tibet’te dolaştı ve ancak tesadüfen dağlarda tanıştığı Hintli bir tüccardan Almanya’nın teslim olduğunu ve savaşın bittiğini öğrendi.
1948’de Harrer, Tibet’in başkenti Lhasa’ya geldi. Dalai Lama’nın sarayında üç yıl kaldıktan sonra 1951’de büyük bir arşivle Avusturya’ya döndü. Ancak bilim adamları bununla tanışmayı başaramadılar: arşive İngilizler hemen el koydu. Daha sonra dağcı, yalnızca yıllar sonra Hollywood yıldızı Brad Pitt ile bir filme çekildiğinde ünlenen Tibet’te Yedi Yıl adlı bir anı kitabı yayınladı. Himmler’in raporunun bir kısmı basının eline geçtiğinde Harrer çoktan ölmüştü ve Himmler tarafından Tibet’e gönderildiğini resmen kabul etmemişti. Arşivine gelince, İngiliz yetkililer onun gizliliğini kaldırmayı reddediyor. Üçüncü Reich mistisizminin bazı araştırmacıları, bu tür artan gizliliğin nedeninin, kötü ruhları çağırma ve Tibet’te bile var olan Bon-po kültünün şamanlarının dini coşkusuna girme ritüelini tasvir eden film olduğunu iddia ediyor. Budizm’den önce.
Modern insanın kökeni, muhtemelen son birkaç on yıldır evrimsel biyolojide en çok tartışılan konu olmuştur.
Nereden geldik?
Modern insanın kesin kökeni uzun zamandır bir tartışma konusu olmuştur.
Evrimsel tarihimiz genomumuza mı yazılmış ? . İnsan genomu, atalarımızı etkileyen tüm genetik değişiklikler nedeniyle olduğu gibi görünüyor. Modern insanın kesin kökeni uzun zamandır bir tartışma konusu olmuştur.
Modern insanlar, son 200.000 yıl içinde Afrika’da ortaya çıktı ve büyük olasılıkla yakın geçmişteki ortak ataları olan Homo erectus’tan evrimleşti .
Tarihsel olarak, evrimi açıklamak için iki temel model öne sürülmüştür . Homo sapiens’in . Bunlar ‘Afrika’dan çıkış’ modeli ve ‘çok bölgeli’ modeldir. ‘Afrika’dan çıkış’ modeli şu anda en yaygın kabul gören modeldir. Homo sapiens’in dünya çapında göç etmeden önce Afrika’da evrimleştiğini öne sürüyor .
Modern insan ( Homo sapiens ) türü ? ki biz, Latince ‘bilge adam’ anlamına gelir. Bizim türümüz Homo cinsinin hayatta kalan tek türüdür ama nereden geldiğimiz çok tartışılan bir konu olmuştur. Modern insanlar son 200.000 yıl içinde Afrika’da ortaya çıktılar ve büyük olasılıkla yakın geçmişteki ortak ataları olan Latince’de ‘dik adam’ anlamına gelen Homo erectus’tan evrimleştiler. Homo erectus , 1.9 milyon ila 135.000 yıl önce yaşamış soyu tükenmiş bir insan türüdür.
Öte yandan, ‘çok bölgeli’ model, Homo sapiens’in evriminin uzun bir süre boyunca birkaç yerde gerçekleştiğini öne sürüyor. Çeşitli popülasyonların birbirine karışması sonunda bugün gördüğümüz tek Homo sapiens türünün oluşmasına yol açtı.
Mevcut genomik kanıtlar, modern insanların tek bir ‘Afrika dışına’ göçünü desteklemektedir.
Bu hala aktif bir araştırma alanıdır, ancak mevcut genomik kanıtlar, ‘çok bölgeli’ modelden ziyade modern insanların tek bir ‘Afrika dışına’ göçünü desteklemektedir. Bununla birlikte, genom çalışmaları ? Soyu tükenmiş hominidlerden Neandertaller ve Denisovalılar, Avrupa ve Asya’daki insanlarla bir miktar genom karışımının (yüzde 1-3) olduğunu öne sürüyor. Önceden ayrılmış iki popülasyon arasındaki bu melezlemeye ‘karışım’ denir ve genlerin karışımıyla sonuçlanır ? popülasyonlar arasındadır.
‘Afrika Dışında’: Kanıt nedir?
“Mitokondriyal Havva”
Afrika’da, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında daha fazla genetik çeşitlilik var.
Genetik çalışmalar ‘Afrika’dan çıkış’ modelini destekleme eğilimindedir. Genetik çeşitliliğin en yüksek seviyeleri ? insanlarda Afrika’da bulunur. Aslında Afrika’da, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında daha fazla genetik çeşitlilik var. Ayrıca, modern DNA’nın kökeni ? mitokondride (hücrelerimizin ‘güç santralleri’) 50.000 ila 500.000 yıl önce yaşamış tek bir Afrikalı kadına kadar izlendi – ‘Mitokondriyal Havva’.
Genomlarımız, hem annemizden hem de babamızdan gelen DNA’nın bir kombinasyonudur. Ancak mitokondriyal DNA (mtDNA) yalnızca annemizden gelir. Bunun nedeni, dişi yumurtanın büyük miktarlarda mitokondriyal DNA içermesi, erkek spermininse çok az miktarda mitokondriyal DNA içermesidir. Sperm, az miktardaki mitokondrilerini döllenmeden önce yumurtalarına güç sağlamak için kullanır. Bir sperm bir yumurta ile birleştiğinde, tüm sperm mitokondrileri yok edilir.
Mitokondriyal DNA’nız, annenizin ve onun annesininkiyle hemen hemen aynı.
Sonuç olarak, mitokondriyal DNA anasoylu olarak tanımlanır (sadece anne tarafı nesilden nesile hayatta kalır). Yani mitokondriyal DNA’nız, annenizin ve onun annesininkiyle neredeyse tamamen aynı. Mitokondriyal DNA, çekirdekte bulunan DNA’dan daha kolay çıkarıldığı için evrimci biyologlar tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır . ve çalışmak için birçok kopya var.
Ancak Mitokondriyal Havva, o zamanlar Dünya’daki ilk veya tek kadın değildi. O, basitçe, tüm modern insan nesillerinin büyüdüğü noktaydı. Evrimci biyologlar, bunun en olası nedeninin, Havva’nın yaşadığı dönemde meydana gelen evrimsel bir ‘darboğaz’ olduğunu düşünüyorlar. Bu, bir türün çoğunluğunun, belki de ani bir felaket nedeniyle aniden öldüğü ve onu yok olmanın eşiğine getirdiği zamandır. Mitokondriyal Havva hayatta kalan birkaç kadından biriyse, bu, onun ‘anasoylu’ mitokondriyal DNA’sının neden bu kadar çok nesil boyunca aktarıldığını açıklayabilir.
Benzer şekilde, Y kromozomundan gelen DNA ? sadece babadan oğula aktarılır ve günümüzdeki tüm erkek bireyleri içeren bir evrim ağacı da ‘Afrika’dan çıkış’ modelini desteklemektedir.
Kafataslarını haritalamak
‘Afrika’dan çıkış’ modeli için daha fazla kanıt, insan kafataslarının boyutunda bulunabilir. Bilim adamları, dünyanın dört bir yanından 53 insan popülasyonunun genetiğini ve kafatası ölçümlerini inceledikten sonra, Afrika’dan uzaklaştıkça popülasyonların genetik yapılarında daha az çeşitlilik gösterdiğini keşfettiler. Bunun nedeni, insan popülasyonlarının Afrika’daki orijinal yerleşim yerlerinden yayıldıkça küçülmesi ve dolayısıyla bu popülasyonlar içindeki genetik çeşitliliğin daha az olması olabilir. Sonuç olarak bilim adamları, modern insanın farklı yerlerde ortaya çıkamayacağını, bunun yerine tek bir bölgeden, Afrika’dan gelmiş olması gerektiğini belirttiler.
Anatomik olarak modern insanın bilinen en eski kalıntıları, Omo I ve Omo II kafataslarıdır.
Anatomik olarak modern insanın bilinen en eski kalıntıları, Omo I ve Omo II kafataslarıdır. Bunlar 1967’de Etiyopya’nın güneybatısındaki Omo Ulusal Parkı’nda bulundu. Kafatasları 195.000 yıl öncesine tarihleniyor ve insanların nispeten yakın zamanda nasıl evrimleştiğini vurguluyor.
Afrika’dan taşınmak
Kanıtlar, Afrika’dan çıkan ilk insan dalgasının seyahatlerinde çok fazla başarı elde etmediğini gösteriyor. Zaman zaman yok olmanın eşiğinde oldukları ve sayıları 10.000’e kadar düştüğü görülüyor.
70.000 yıl önce Sumatra’da bir süper yanardağ olan Toba Dağı’nın patlaması, bir ‘nükleer kışa’ ve ardından 1000 yıllık bir buzul çağına yol açmış olabilir. Bu tür bir olay insanlar üzerinde büyük bir baskı yaratırdı. Belki de insanlar bu aşırı koşullarda ancak birbirleriyle işbirliği yaparak hayatta kalabildiler. Bu, yakın aile gruplarının veya kabilelerin oluşmasına ve işbirliği gibi bugün aşina olduğumuz bazı modern insan davranışlarının gelişmesine yol açmış olabilir.
Genetik olarak günümüz dünyasının altı milyar insanı, Afrika’dan çıkmayı göze almış Homo sapiens’ten çok az farklılık gösteriyor.
80.000 ila 50.000 yıl önce başka bir insan dalgası Afrika’dan göç etti. Bu insanların görünüşleri ve davranışları açısından ‘modern’ olmaları muhtemeldir. Yeni işbirlikçi davranışları sayesinde hayatta kalma konusunda daha başarılı oldular ve nispeten kısa bir süre içinde tüm dünyayı kapladılar. Göç ederken, daha önce ilkel insanlarla karşılaşacaklardı ve sonunda onların yerini alacaklardı. Genetik olarak, günümüz dünyasının altı milyar insanı, Afrika’dan çıkmayı göze almış bu eski Homo sapienslerden çok az farklılık gösteriyor.
Afrika’dan insan göçünü gösteren bir harita. Resim kredisi: Genome Research Limited
Soyu tükenmiş insanlarla karışım: kanıt nedir?
Neandertaller kuzenlerimiz mi yoksa atalarımız mı?
Homo neanderthalis veya daha yaygın olarak bilinen şekliyle Neandertaller, 250.000 ila 28.000 yıl önce buzul çağı Avrupa’sında ve Batı Asya’da yaygın olarak dağılmış, soyu tükenmiş bir insan türüdür. Basık bir alına ve belirgin kaş sırtlarına sahip olarak karakterize edildiler. 1856’da Almanya’da Düsseldorf yakınlarındaki Neander Vadisi’nde ilk Neandertal fosili bulundu. O zamandan beri araştırmacılar, Homo neanderthalis’in modern insan evrimindeki konumunu ortaya çıkarmak için çabalıyorlar . Homo neanderthalis yaklaşık 250.000 yıl önce Avrupa’da ortaya çıktı ve Yakın Doğu ve Orta Asya’ya yayıldı. Yaklaşık 28.000 yıl önce fosil kayıtlarından kayboldular.
Neandertal genleri modern insan genomuna katkıda bulundu mu?
Ortadan kaybolmaları, en az 125.000 yıl önce Afrika’nın dışına yayılan (İsrail’de 100.000 yıllık modern insan kalıntıları bulundu) modern insanların rekabetine indirgendi, bu da bir ortak dönem olacağını öne sürüyor. varoluş. İki tür melezlendi mi? Neandertal genleri bu nedenle modern insan genomuna katkıda bulundu mu?
Neandertallerin mitokondrilerinden alınan DNA üzerinde yapılan ilk araştırmalar, mitokondriyal DNA’larının modern insanlardan oldukça farklı göründüğünü gösterdi ;
Neandertal genomunun dizilenmesi
2010 yılında, Almanya ve ABD’den bilim adamları, tüm bir Neandertal genomunun DNA’sını sıraladılar. Ayrıca, adını DNA’nın elde edildiği parmak fosilinin keşfedildiği Sibirya mağarasından alan ‘Denisovan’ adlı başka bir arkaik insan grubunu da belirlediler. 2013 yılında, güney Sibirya’daki aynı mağarada bulunan 50.000 yıllık bir Neandertal parmak kemiğinden daha rafine bir Neandertal genom dizisi elde ettiler.
Genom dizisi, erken modern Afrikalı olmayan insanların, artık soyu tükenmiş eski insan kuzenleriyle iç içe geçtiğini öne sürdü.
DNA, bir hayvan öldükten çok sonra kemikte yaşayabilir. Zamanla iskeletle karşılaşan çeşitli mikroplardan gelen DNA da kemiği istila edecektir. Sonuç olarak, DNA mikrop DNA’sı ile kontamine olabilir. Bu nedenle bilim adamları, yalnızca Neandertal genomunu dizilediklerinden ve bu mikropların geride bıraktığı veya bu kemikleri işleyen modern insanların neden olduğu kontaminasyondan kaynaklanan herhangi bir DNA materyalinden kurtulduklarından emin olmalıdırlar. İnsan genom dizisinde olduğu gibi, Denisovan ve Neandertal genom dizileri de çevrimiçi olarak ücretsiz olarak sunuldu. Genom dizisi, erken modern Afrikalı olmayan insanların, kıyı şeritleri boyunca ve dağların üzerinden yolculuk ederken, artık soyu tükenmiş eski insan kuzenleriyle iç içe geçtiğini öne sürdü.
Akraba yetiştirme, bir popülasyondaki çeşitliliği azalttığı ve onu hastalığa ve hastalığa karşı daha duyarlı hale getirdiği için, bir türün genetik uygunluğu için genellikle kötüdür.
Neandertal genomunun analizi, iki X kromozomuna sahip olduğu için ayak parmağı kemiğinin bir kadından geldiğini ortaya çıkardı. Daha fazla analiz, her bir kromozom çiftinin dizide benzer olduğunu gösterdi. Bu, ebeveynlerinin yakından akraba olduğunu, belki bir amca ve bir yeğeni olduğunu gösteriyor. Akraba yetiştirme, bir popülasyondaki çeşitliliği azalttığı ve onu hastalığa ve hastalığa karşı daha duyarlı hale getirdiği için, bir türün genetik uygunluğu için genellikle kötüdür. Bu azaltılmış genetik çeşitlilik, Neandertallerin neden neslinin tükendiğini açıklayabilir.
İnsan genomları Neandertal genomu ile karşılaştırıldığında, insan genomları birbirine Neandertal genomundan daha fazla benzer. Bazı Neandertal DNA’ları, Avrupa ve Asya kökenli insanların DNA’sına benzer, ancak bu benzerlikler Afrika DNA’sında görülmez. Bu, modern insanın Afrika’da evrimleştiğini ve ardından Neandertallerin yaşadığı Asya ve Avrupa’ya yayıldığını gösteriyor. Daha sonra bu bölgelerde Neandertaller ile erken dönem Homo sapiens arasında bir dereceye kadar melezleşme meydana geldi. 2012 yılında yapılan bir araştırma, bu melezleşmenin muhtemelen yaklaşık 37.000-85.000 yıl önce gerçekleştiğini tahmin ediyor ve Afrika dışındaki insanlarda Neandertal kaynaklı DNA oranının yüzde 1.5-2.1 olduğu tahmin ediliyor.
Geçmişten geleceğe
Bilim adamları, yaşayan insanlarda tip 2 diyabet gibi durumlara duyarlılıkla ilişkili olduğu bilinen dokuz Neandertal geni buldular.
Günümüzde çoğumuz arkaik Neandertal ve Denisovan atalarımızdan küçük bir DNA parçası taşıyoruz. Bu paylaşılan DNA, günümüz hastalıklarına karşı bireysel duyarlılığımızı veya yeni ortamlara ve iklimlere adaptasyonu şekillendirmiş olabilir. Bilim adamları, yaşayan insanlarda tip 2 diyabet gibi durumlara duyarlılıkla ilişkili olduğu bilinen dokuz Neandertal geni buldular . , lupus ve Crohn hastalığı. Tibetlilerde yüksek irtifa adaptasyonunun, yüksek irtifalarda hemoglobin konsantrasyonuyla ilişkili bir DNA bölgesindeki arkaik Denisovan DNA dizisinin bir sonucu olabileceği de gösterilmiştir. Bu bağlantıları daha fazla araştırmak için ek araştırmalar yürütülmektedir.
Almanya’da en son 2020’de korona salgını sırasında bir durgunluk yaşandı. 2023 için ilk GSYİH tahminleri, ekonomik gerilemenin önlenebileceğini gösteriyor. Ancak bir finansal veri sağlayıcısı, Almanya’da resesyon riskinin neredeyse diğer tüm ülkelerden daha yüksek olduğuna inanıyor.
Almanya’da bu yıl resesyona mı gireceğiz? Finansal veri sağlayıcı Bloomberg tarafından yapılan bir analize göre Almanya’da ihtimal yüzde 60.
Bloomberg Nisan 2023
Sadece Büyük Britanya (yüzde 75), Yeni Zelanda (yüzde 70) ve ABD (yüzde 65) olasılığın daha yüksek olduğunu tahmin ediyor.
Resesyon tam olarak nedir?
Ekonominin bölünebileceği dört iş döngüsü vardır. Birincisi yükseliş. İşler çok iyi gidiyorsa, ekonomi patlıyor – ikincisi. Patlıyor.
Genel ekonomik performans iki çeyrek üst üste büyümez veya durgunlaşırsa, ancak küçülürse, durgunluktan söz edilir. Örneğin mal ve hizmetlere olan talebin düşmesi gerçeğinde kendini gösteren üç numaralı döngü. Ve gerçekten kötüye gittiğinde, uzmanlar depresyondan bahseder.
Almanya resesyonda mı?
Almanya resesyonda mı? Şu anda değil (henüz). İlk tahmine göre, Federal İstatistik Ofisi’nin geçen Cuma günü açıkladığı gibi, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) 2023’ün ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre durgunlaştı. Son verilere göre ekonomik üretim 2022 sonunda yüzde 0,5 daralmıştı. Gayri safi yurtiçi hasıla arka arkaya iki çeyrek düşerse, ekonomistler sözde bir teknik durgunluktan bahseder.
Esasen ılıman kış sayesinde, derin yaralar bırakacak bir gaz kıtlığı gibi en kötü korkular gerçekleşmedi. Dekabank uzmanı Andreas Scheuerle, “Durgunluk daha yeni önlendi,” diye analiz ediyor. Ama her şeyi açıklamıyor: “Özel tüketim hala zor durumda.”
İstatistikçilere göre yılın başında yatırımlar ve ihracattan olumlu ivme geldi. Özel tüketim ise ekonomiyi destekleyemedi. Yüksek enflasyon, tüketiciler için bir zorluktur: satın alma gücünü düşürür, insanlar bir avro için daha azını karşılayabilir.
Danışmanlık şirketi Simon-Kucher yakın tarihli bir ankete dayanarak, insanların “maliyetleri frenlemeye devam ettiğini” tespit etti. Buna göre, Almanya’da ankete katılan 1.300 kişinin neredeyse yarısı önümüzdeki on iki ayda daha az (yüzde 44) veya daha az (yüzde 45) alışveriş yapmak istiyor.
Eğer durgunluk şimdi gelmiyorsa, olasılık neden hala bu kadar yüksek?
İlk tahmin aşağı doğru revize edilirse, teknik durgunluk için koşullar geçerli olacaktır. Yani risk gizli kalır. Düşük seviyede istikrara dair birçok gösterge olmasına rağmen, şu anda güçlü bir yükseliş görünmüyor.
Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nden Nils Jannsen, Alman ekonomisinin enerji krizinin dibini geçtiğine inanıyor. “Ama Alman ekonomisi için ağaçlar göğe çıkmıyor.” Yüksek enerji fiyatları nedeniyle satın alma gücünün kaybı ekonomiyi zorlamaya devam ediyor.
“Wirtschaftswise” uzmanlarına göre, artan faiz oranları nedeniyle daha zayıf finansman koşulları da ekonomiyi yavaşlatıyor. Ayrıca, krizin sonuçlarından ancak yavaş yavaş kurtulan bir küresel ekonomi var. Alman Ekonomi Uzmanları Konseyi, cari yıl için gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 0,2 oranında artmasını bekliyor. Federal hükümet şimdi yüzde 0,4’lük biraz daha güçlü bir artış varsayıyor.
Commerzbank baş ekonomisti Jörg Krämer, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) yüksek enflasyonla mücadelede faiz artırımına gitmesi konusunda aşırı iyimser olunmaması konusunda uyarıda bulundu. “Geçmişte Almanya’da bu tür faiz artışlarını hep resesyonlar takip ederdi. Çoğu ekonomist, yılın ikinci yarısında klasik bir yükseliş beklerken muhtemelen fazla iyimser.”
Damocles Kılıcı Bankacılık krizi: grafik Almanya’da neler olabileceğini gösteriyor
IW’den Thomas Obst bir çalışmasında, küresel bir mali kriz olması durumunda, bir durgunluğun önlenmesinin pek mümkün olmadığını yazıyor . Obst, ölçeği göstermek için Oxford Economics’in Küresel Ekonomik Modelini kullandı. Bir bankacılık krizi simülasyonu, küresel borsalardaki fiyat kayıplarını, şirketler için daha kötü kredi koşullarını ve varlık kayıplarını öngörüyor. Varlıklardaki kayıplar da özel ev tüketimini azaltıyor, diye yazıyor Obst. Etkileri analiz etmek için, sonuçlar sözde temel senaryo, yani bankacılık krizi olmayan bir simülasyon ile karşılaştırıldı.
Grafik şunu gösteriyor: “Kredi koşulları sıkılaşırsa, Almanya’daki özel yatırım faaliyeti 2023’te yüzde 1,1 ve 2024’te yüzde 5,8 düşecek.” Benzer etkilerin 2024 kaydında yüzde 5,5’lik düşüşle ABD’de de olması bekleniyor. 2023 yılında ABD’de yaşanan keskin düşüş , “mevcut durumda özellikle ticari gayrimenkulün etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Sorunlu ABD bölgesel bankaları, sektöre verilen kredilerin yaklaşık üçte ikisini oluşturuyor. Bu nedenle konut inşaatına yapılan yatırımların düşmesi muhtemeldir” diyor Obst.
Orhun Yazıtları’ndaki çözülen ilk sözcük olup yazılışı “𐱅𐰭𐰼𐰃” şeklindedir.
Bu inanca göre Gök’ün yüce tini Tengri’ydi. Kişiler kendilerini gök ata Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının tinleri arasında güven içinde hissedip onlara ve diğer doğa tinlerine dua ederlerdi.
TÜRK MİTOLOJİSİNDE TENGRİCİLİK
Merhabalar Geçen yazımda “Tengricilik” ve “Şamanizm” irdelemesini yapmış ve kimilerine göre iki farklı inanç sistemi olarak nitelendirilen bu olguların aslında bana göre; aynı ve tek kökene dayandıklarını, “Tengri Dini”nin asıl inanç, “Kamlık”ın ise, bu inanç sistemi içerisindeki bazı uygulamalar olduğunu belirtmiştim. Bu yazımda da, Türklerin ve insanlık tarihinin ilk dininin kökeninde yatan inançları Türk Mitolojisinde yer alan hikâyelerde geçtiği şekli ile anlatmaya çalışacağım. Her ne kadar Göbekli Tepe – 13 : Tengricilik yazımda bu konuya değindiysem de; gerek bu yazımda olayın mitoloji ile bağlantısına yer vereceğim ve de gerekse gelecek yazımda yapacağım daha detaylı açıklamalar, Tenricilik / Tengri Dini / Gök Tanrı Dini adını verdiğimiz inanç sistemini daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Tabi önemle vurgulamak isterim ki, kadim “din” dediğimiz olgu, bugün bizim anladığımız ve inandığımız “din”den çok farklıdır. Dolayısı ile bu konuyu (hem bu yazımda ve hem de gelecek yazımda) benliğimize yüklenen semitik bağnazlıklardan ve şartlanmalardan kendimizi kurtararak anlamaya çalışmamız gerekecektir. Doğal olarak bu kolay bir iş değildir, ama güzel olan her şey de zordur Şunu da eklemek isterim ki, Tengri Dininde, Tengri evrenin kendisi olduğu ve semitik dinler gibi tekli varlık olgusu bulunmadığı için, insanlar yaratılış mitlerini de iyelere bağlamışlardır. Yani bir bakıma yaratılış ile ilgili mitlerde iyeler tanrılaştırılmışlardır. Ancak bu Yunan Mitolojisindeki gibi, çok tanrılı bir yapı anlamına gelmez. Sadece tanımlanmayan ve de tanımlanmasına ihtiyaç duyulmayan bir varlığı yani “Tengri”yi her şeyin üstünde ve ötesinde görme kabulünün bir sonucudur bu. Çünkü evrendeki her şey Tengri’nin bir yansıması, bir parçasıdır.
MİTOLOJİ VE TENGRİ İNANCI : ⊕ Günümüzde mitoloji; ancak bir hikâyeye veya efsaneye dönüşür ve yaratılış hakkındaki bilgi, Tanrı hakkındaki sevgi, kahramanlar hakkındaki öykü durumuna gelir ve halkla bütünleşir ise milli bütünlüğü ve beraberliği pekiştirir, tarihte yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı hatırlatır. ⊕ Mitler gerçek şeylerin nasıl var olduğunu (akla yatkın olmayan usullerle de olsa) anlattığı için hakikate dönük hikâyelerdir. ⊕ Mitler dünyanın, insanın ve yaşamın, olağanüstü bir kökeni ve tarihi olduğunu, bu tarihin anlamlı, değerli ve ibret alınacak olaylarla dolu olduğunu ortaya çıkarır. ⊕ Bu nedenle her halk, kendi dünya görüşünün ürünü olan mitolojik anlatılar ile kendini tanır, evren hakkında bilgi edinir ve Tanrı’nın yüceliğini anlar. ⊕ Ancak Türk tarihçiler, düşünürler, şairler .. ne yazık ki Türk Mitolojik hikayelerini hiçbir zaman konu yapmamışlardır. Dolayısı ile Türklerin mitleri zaman içinde kaybolmuş, bir kısmı 19’uncu yüzyıldan itibaren diğer milletler tarafından yazıya aktarılarak ve semitik dinlerin etkisini de yansıtarak günümüze ulaşmıştır. ⊕ Bundan dolayıdır ki, kadim Türkler dünyayı yaratan veya onu yöneten varlıklar olarak Ülgen, Kuday, Erlik, Umay Ana gibi varlıklardan hikayeler anlatsalar da esas ve mutlak güç kaynağı TENGRİ (Gök Tanrı)’dan pek bahsetmezler. Oysaki Gök Tanrı, insanlık tarihinin ve Türklerin ilk inancının tek tanrılı olduğunun ispatıdır. ⊕ Bu nedenle ana konular aynı olmak şartı ile, Türklerin yaratılış mitlerinde “iye”lerin adları, ortaya çıkışları ve ilişkileri farklılıklar gösterebilmektedir. ⊕ Günümüzde Altay ve Yakutlarda kamlar eskiden olduğu gibi varlıklarını sürdürdüğü için, elimizdeki mitolojik hikâyeler de bu iki halkın kozmogonik görüşlerine göre ele alınmaktadır. Şimdi kısa kısa mitolojik hikâyelerden bahsederek Türklerin inançlarını ortaya koymaya çalışalım.
EVREN : ⊕ Tengri tüm evrenin yaratıcısıdır. Evreni “Üst Dünya”, “Orta Dünya” ve “Alt Dünya” olmak üzere üç katlı olarak yaratmıştır. Bundan dolayı bazı mitlerde “Üç Kurbustan” (Üç Evreni Yaratan) olarak isimlendirilir. * Üst Dünya’nın hâkimi Ülgen’dir. İyilik iyesidir. Gök cisimlerini yönetir. Dokuz kızı vardır. Bazı mitlere göre bu sayı 7’dir ve çocuklar da erkektir. Karısı Umay Anadır. Kendisi ve aile fertleri insan şeklindedir. Altın bir sarayda ve ışıklar içinde yaşar. * Orta Dünya insanların yaşadığı yerdir. Ancak burada sadece insanlar bulunmaz; iyi ve kötü olan bir çok iye, hayvanlar, bitkiler, dağlar, nehirler vb. de orta dünyada bulunur. * Alt Dünya’nın hâkimi Erlik’tir. Kötülük iyesidir. Dokuz oğlu bulunur. Yer altını ve ölü ruhları kontrol eder. Demirden soğuk sarayında ve kendi yarattığı karanlık güneşin ışığında yaşar. ⊕ Türkler evrenin bu üç katının bir direk veya ok veya ağaç ile birleştirildiğine inanırlar. Buna “Hayat ağacı” adını verirler. Dalları üst dünyada, gövdesi orta dünyada ve kökleri alt dünyada bulunur. Böylece geçmişi geleceğe bağlar. * Farklı toplumlarda Dünya Ağacı, Dünya Dağı, Demir Kazık vb. adlar da verilmektedir. ⊕ Aslında bu kozmik tasarım ile düalizm (ikili karşıtlık) durumu anlatılmıştır; gök-yer, ateş-su, iyi-kötü, ışık-karanlık. Ve bunun temelinde yatan düşünce de “denge”dir. Tengricilikte yaşam, zıtlıkların dengesi üzerine kuruludur.
ÜLGEN VE ERLİK : ⊕ Türk inancına göre Tengri başı ve sonu olmayandır. Evrenin kendisidir. Evrendeki her şeyi o yaratmıştır. Dolayısı ile evrendeki her şey Tengri’nin bir yansıması ve parçasıdır. Tengri insanları kendi suretinde yaratmıştır. ⊕ “Üst Dünya”nın iyesi olan Ülgen ile “Alt Dünya”nın iyesi olan Erlik bazen kardeş, bazen de baba-oğuldur. Ülgen bazen Tengri yerine konularak “Yaratıcı Tanrı” olarak adlandırılır. Bazı mitlere göre Erlik veya Erlik’in uygulamaları öğrettiği insan ilk şamandır. * Bir inanışa göre Tengri, ikiz oğullarından hangisi önce doğarsa ona gökleri vereceğini söyler. Bunun üzerine Erlik Ülgen’i kandırır ve anne karnını yırtarak ortaya çıkar. Buna çok kızan Tengri onu Yeraltı Dünyası’na sürer ve orada kalır. * Bazı mitlerde Ülgen’in yerine Kayrakan adı kullanılır. Bazılarında ise Ülgen ve Erlik tufan sırasında gemiyi yapan ve canlıları yaşatan kardeşlerdir. * Türk mitlerinde Ülgen ve Erlik’in çocuklarının sayısı ve cinsiyeti konusunda da farklılıklar vardır. Türkler Ülgen’in 9 oğlundan ortaya çıkan 9 ulustan türemişlerdir. Başka bir mite göre de Ülgen’in 9 kızı ile Erlik’in 9 oğlu evlenmiş ve insanlık bunlardan türemiştir. ⊕Arapların dini olan Musevilik ve İslamiyet’te ise insanlar Adem ile Havva’dan veya tufan sonrası ikinci yaratılış olarak da adlandırılan Nuh’un oğlu Yafes’ten türemişlerdir. Yani açıkça bir ensest (aile içi cinsel ilişki) söz konusudur. * Ensest Türk kültüründe bulunmadığı için Türkler insanın türeyişini Ülgen ve Erlik’in çocuklarına bağlamışlardır. ⊕ Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi din, uluslara ait bir olgudur ve o ulusa ait değerleri içerir.
DÜNYANIN YARATILIŞI : ⊕ Başlangıçta her yer su idi. Sudan başka hiçbir şey yoktu. Ülgen bu suyun üzerinde dolaşıyordu ve ne yapabileceğini düşünüyordu. O sırada suyun içinden Ak Ene (Ak Ana) çıktı ve Ülgen’e “Yarat, oldum de olsun” dedi ve sonra da suyun içine girip kayboldu. Sonra da kimseye gözükmedi. * Bunun üzerine Ülgen önce yeri, sonra da sırasıyla Güneş’i, Ay’ı, yıldızları ve insanı yarattı. Ak Ene’nin sözünden sonra Ülgen ilk olarak ne yapacağını bilemedi. Yeri yaratmak için toprağa ihtiyacı vardı. Bunun için suya indi. * O sırada Erlik ortaya çıktı ve toprak bulup getirebileceğini söyledi. Ülgen buna çok sinirlendi ve “benim yapamadığımı sen nasıl yapacaksın?” dedi. Erlik “eğer sinirlenmezsen ben suyun dibinden sana toprak getireceğim” dedi ve suya daldı. * Erlik suyun dibinde bir dağ buldu, ondan bir parça toprak kopardı ve ağzına attı. Bir parça toprağı da Ülgen’e verdi. Ülgen toprağı suyun üzerine serpti ve Ak Ene’nin dediği gibi “yaptım oldu” dedi ve toprak büyümeye başladı. * Bu sırada Erlik’in ağzındaki toprak da büyümeye başladı ve Erlik boğulmamak için ağzındaki toprağı yere tükürdü ve böylece dağlar, dereler, tepeler oluştu. Ülgen buna çok sinirlendi ve Erlik’i yeraltında yaşamaya mahkum etti. ⊕ Ülgen dünyayı altı günde yarattı, yedinci gün uyudu ve sekizinci gün uykudan kalktı. Tanıdık geldi mi? İNSANIN YARATILIŞI : ⊕ Ülgen toprağı ve yeryüzünü yarattıktan sonra insanı yaratmaya karar verdi. Kemikleri kamıştan, bedenleri kilden yedi erkek yarattı. Kulak ve burunlarından bunlara ruh ve akıl üfledi. Ülgen, sekizinci insanı “sen bil” diyerek diğerlerinden üstün yarattı. Bu insanın adı Maydere idi. * Maydere aynı Ülgen gibi yaptı ve kadını yarattı ancak nasıl ruh vereceğini bilmiyordu ve bunun için Ülgen’i beklemeye başladı. * Bundan yararlanan Erlik yer altından çıkarak bekçilik yapan köpeği de kandırdı ve demir bir komus (flüt benzeri demir bir çalgı) ile kadına kulağından ruh verdi. ⊕ Bazı mitlerde bu hikaye Maydere olmadan ve hem erkek hem de kadının yaratılması için anlatılır. İnsanlara Erlik’in ruh vermesinden dolayı Ülgen çok sinirlenir ve dışlarını kendi yarattığı halde içleri pislendiği için insanların içlerini dışlarına çevirir. Günümüzde de buna ait sözler vardır. ⊕ Başka bir mitte ise, bu olaydan sonra Ülgen insanların içini dışına çevirmez. Ancak Ülgen, insanları istediği gibi yaratamadığı ve Erlik insanlara kötü ruh verdiği için bu insanları yok edip yerine yenilerini yaratmaya karar verir. ⊕ Bu mit Tevrat’ta yer alan ve İbrahim Peygamber, Tufan ve Şamanlık adlı yazımda anlattığım şekilde; Tanrı’nın yarattığı insanlar kendi yolundan gitmediği için onları yok etmek için Nuh Tufanı yaratması hadisesi ile hemen hemen aynıdır. Sadece yöntem farklıdır. CENNETTEN VEYA TANRI KATINDAN KOVULMA : ⊕ Erlik’in canı sıkılır. “Gidip şu insanları göreyim” diyerek kalabalığın yanına varır. Erlik “Tanrı bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer ne içerler?” diye düşünür. * O düşünürken insanlar bir ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardır. Erlik bakar ki insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar öte yandakilere ellerini sürmüyorlar, insanlara bunun nedenini sorar. * İnsanlar “Ülgen bize şu yandaki dört dalın yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı’nın izin verdiği ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek yasak yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın yemişi de bizim aşımız oldu” derler. * Bu yanıt Erlik’i sevindirir. Erlik uyumakta olan yılanın ağzına girer ve ağaca çıkmasını söyler. Yılan ağaca çıkıp yasak yemişlerden yer. Erlik, Törüngey ile karısı Eje’ye de yasak yemişlerden yemelerini söyler. * Törüngey Tanrı’nın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemez. Ancak Karısı Eje dayanamaz ve yer. Yemiş çok tatlıdır ve bunun için yemişten alır ve kocasının ağzına sürer. Törüngey ile Eje’nin tüyleri birden dökülür.. bundan çok utanırlar. Kaçıp bir incir ağacın ardına saklanırlar ve edep yerlerine yaprak ile örterler. * Derken Ülgen gelir. Bütün ulus kaçışıp bir köşeye gizlenir. Ülgen “Törüngey! Eje! Neredesiniz” diye seslenir. Törüngey ile Eje “Ağaçların arkasındayız, karşına çıkamıyoruz utanıyoruz” derler. Daha sonra ortaya çıkıp olanları anlatırlar. * Ülgen bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde; yılana sürünme, Eje’ye doğurma ve doğum acısı çekme, Törüngey’e de ölümlü olma ve insanları üretme cezalarını verir. ⊕ Bu mitolojik hikaye de kutsal kitaplardaki Adem ve Havva hikayesi ile aynıdır. ⊕ Türk Tarihi ve Dinler Tarihi’ni incelediğinizde, Türklerin kurdukları ve/veya etkiledikleri ulusları/uygarlıkları ve kimin kimin mitolojisinden ve/veya dininden etkilenmiş olduğunu görebilirsiniz. SONUÇ : ⊕ Kişi, ulus çerçevesinde çizilen dini tarzın içinde, bireysel olarak kendi ruhunun yansımasını değerlendirerek özgürlüğünü ortaya koyar. ⊕ İnsan birey olarak özgür bir ruha sahip olduğu gibi aynı zamanda ailenin, boyunun ve ulusunun ortak ruhuna da bağlıdır. Din de bu ortak ruhun kendi tabiatından ortaya çıkar ve ulusa özgü bir olgudur. ⊕ Dolayısı ile “din”, bireyin ruhundan boyun ruhuna, oradan da ulusun ruhuna iç içe geçmiş halkalar halinde meydana gelen tutarlı ve uyumlu ama farklı renkler içerebilen bir tarzdır ulusun kendisini yansıtır. ⊕ Bu nedenle ulus ve inanç, aynı benlikte bir araya gelen kavramlardır. ⊕ Toplumun özünü yansıtan dinin yok olması, o toplumun da yok olması anlamına gelir. ⊕ Türk’ün (doğacı) yaşam tarzından ortaya çıkmış, Türk’ün kişilik yapısına ve düşünce sistemine uygun olan din Tengriciliktir. Tengricilik Türklere ait ulusal bir inançtır. Göktürk yazıtlarında “Türk tanrısı” ifadesi vardır. ⊕ Semitik (Araplara ait) dinler Türk’ün doğasına ve yapısına uygun değildir. Bu inancın yok olması demek, Türk ırkının yok olması, Araplaşması demektir. Bugün Türkiye’de ibadetin Arapça yapılmasının temelinde bu amaç yatmaktadır. ⊕ Ancak Tengricilik Türk insanının benliğinden geldiği ve Türk’ün yaşam tarzını en iyi ifade eden inanç sistemi olduğu için o kadar güçlüdür ki, Türklerin Musevilik, Hristiyanlık, İslamiyet ve Budizm gibi dinlere girmelerinden sonraları dahi ve hatta bugüne kadar diğer dinlerin içinde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. ⊕ Din bir düşünce sistemi, bir simgeler sistemidir ve mitoloji içerir. O nedenle, hala eski dinin düşünce ve simgeler sisteminin ve mitolojisinin hakim olduğu yerde, yeni bir dinden söz etmek mümkün değildir. Gelecek yazıda görüşmek dileği ile..
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.