http://trakyagozlem.com/yazar-devesi-calInan-adamIn-hikayesi-1594.html
DEVESİ ÇALINAN ADAMIN HİKAYESİ
Tekin Sönmez
Çölün ortasında devesi çalınan adam, insanlık yapayım derken kötülükle karşılaşan adam. Birilerinin kötülüğü yüzünden, birilerine iyilik yapmak her geçen gün azalıyor.
Devesi çalınan bedevinin hikayesi şöyle:
Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Bedevi devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış: “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş: “Eğer anlatırsan”, demiş bedevi, “Bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”
Kötü, kötülüğünü övünerek anlatırken, iyiliklerin ve iyilerin önünü kestiği için aslında verdiği zarar daha da katmerleşir. Kalplerdeki şefkat ve merhamet duygularının zayıflamasına, hatta yok olmasına sebep olur. O zaman da insanlar bir daha muhtaçlara yardım etmez duruma gelir.
Şöyle bir etrafımıza bakalım. İyilik yapmak isteyip de yap/a/mayan, yapmak istemeyen ne kadar insan var. Sorsanız aslında hepsinin öyküdeki gibi veya buna benzer bir hikâyesi vardır. İşte bu durum insanlık adına büyük bir kötülük, hatta düşmanlıktır. Birilerinin kötülüğü yüzünden, birilerinin iyiyi kötü göstermesi yüzünden iyiler azalıyor, iyilikler azalıyor.
Kısaca bedevinin dediği gibi, kötülük yayılmasın ve yardım etme duygusu yok olmasın.
Birilerine iyilik yaparsınız mutlaka karşılığında kötülük bulursunuz. Maalesef hayatımızda böyle insanlar var. Eskiden de bunlar vardı ama son dönemlerde bu daha da çoğaldı. İşte bu gibi kişilere nankör kişilerde denir. Siz iyilik yaparsınız, onu zor bir durumdan kurtarırsınız, günler, aylar veya yıllar sonra o günleri unutup size kötülük yapmaya çalışır ve yapar.
İyilik Yapıp Kötülük Bulmak İle İlgili Sözler Çok
Boş ver be arkadaş bırak üzülmeyi, iyilik bilmeyen kadir kıymette bilmezmiş derler.
İyilik yaptım kötülük buldum, iyiliğimi bilen bilsin, bilmeyen gözüme görünmesin deniliyor.
Öyle günlere geldi ki, bazen olur o kadar iyilik yaparsın ve karşılığında sadece bir teşekkür beklersin ama teşekkür yerine nankörlük görmeyle karşılaşıyorsun.
Bu Söz, “Önce hep iyi niyetimden kaybettim. Sonra, iyi niyetimi de kaybettim. (Yılmaz Güney)
Zaman zaman sohbetler de konuşuluyor, “Ben hep düşmanlardan korkardım ama asıl korkulacak olan yanı başımızdaki dost görünümlü her zaman iyilik yaptığımız iki yüzlülermiş.
KAYSERİLİ VE TERZİ
Kayserili baba oğlu Ali’ye hayat dersi veriyormuş: “Oğlum senden ne kadar isterlerse istesinler yarısından fazla verme.”
Ali birgün terziye takım elbise diktirmiş.
Kayseri’li Ali sormuş:
-Borcum nedir?
Terzi:
-6 milyon.
-Mümkün değil 3 milyon.
-Kurtarmaz 4 milyon demiş.
-Mümkün değil 2 milyondan fazla vermem.
-Lanet olsun tamam.
Bu sefer Kayserili 1 milyondan fazla vermem demiş.
li:
Terzi sinirlenmiş:
-Para falan istemiyorum al elbiseni defol! demiş.
Kayseri
-Bir takım elbise daha dikmezsen şurdan şuraya gitmem…
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-pulur/bu-da-bir-bedevi-hik-yesi-1628820
Bu da bir bedevi hikâyesi…
Bazı yazıların bizde özel yerleri vardır ya da konuları. Örneğin bayramlar için yazı düşünürüz, saklarız ya da bir kenara not ederiz.
Geçtiğimiz bayram için de öyle bir yazı tasarlamıştık, yanılmıyorsak Oktay Atasü ağabey anlatmıştı.
Lakin olmadı, hastalık engel oldu, yazı hazır bekliyor.
Her ne kadar bizim politikacılar çöldeki bedevi hikayesine merak salmışlarsa da, bu hikayede de “bedevi” vardır, ama bir başka bedevi…
Bir şeyhin, çok değerli bir kısrağı varmış. Çölün en namlı atıymış. Bir bedevi bu kısrağa göz koymuş. Bir gün on kese altınla atın sahibi şeyhin yanına varmış.
“Ya şeyh” demiş. “Bana bu atı sat! Al sana on kese altın…”
Şeyh, “Olmaz!” demiş.
“Atıma verdiğin bu değere teşekkür ederim. Ama benim satılık atım yok.”
Bedevi gitmiş.
Ertesi gün yine gelmiş:
“Ya şeyh! İşte bir sandık mücevher. Ver şu kısrağı bana…”
“Sağ olasın, atıma verdiğin değere teşekkür ederim, ama benim satılık kısrağım yok!”
Bedevi iki gün sonra çölün en değerli hecin devesinin üzerine, güzelliği dillere destan kızını bindirip gelmiş:
“Ya şeyh, işte bu deve de, bu kız da senin olsun, şu kısrağı bana sat!”
“Sağ olasın, ama benim satılık atım yok. Kızın da senin olsun, deven de senin… Ama benim kısrağımı bana bırak.”
Şeyh o değerli kısrağıyla çölden geçerken yerde, kumlar içinde, kıvrılıp yatmış bir bedevi görmüş. Açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan ölmek üzereymiş. Hemen atlayıp bedeviyi atının terkisine oturtmuş ve kendisi de binip kısrağı mahmuzlamış. Birden ölmüş gibi duran bedevi kefiyesini sıyırıp tabancayı şakağına dayamış:
“Ya şeyh, sana ne verdiysem bu kısrağı bana satmadın! İşte şimdi elime düştün. Kısrak da benim, canın da benim!”
Şeyh acı acı gülmüş:
“Tamam kazandın, ama bu yaptıklarını kimseye anlatma!”
“Niye anlatmayayım? Şanın şerefin düşer diye mi korkuyorsun?”
“Yok yok, onlardan yana bir korkum yok! Herkes cibiliyetini ortaya kor. Benim tasam şundan yana: Bir daha çölde baygın, ölmek üzere bedevi görenler, onun yardımına koşmazlar, bundan korkarım…”
Kıssadan hisse sizden…
Sıcak bir yaz günüydü. Devesinin üzerine binmiş, ıssız çöllerde yolculuk yapmakta olan bir bedevi, yorulunca biraz oturup dinlenmeye karar verdi. Uzaktan güçlükle yürüyen, dudakları susuzluktan kurumuş bir adam yanına çıka geldi.
Adam bedeviyi görünce hemen: “Su!..” dedi.
Çok yorulmuş ve çok susuz kalmış olacak ki adam acele edercesine: “Ne olur biraz su!..” dedi.
Susuzluktan mecâli kalmayan, hararetten dudakları çatlamış adam, hal ve tavırlarıyla durumun ciddiyetini göstermek istercesine davranışlar sergilemeye başladı. Kendisine acındırarak, vaziyetinin kötü olduğunu anlatmaya çalıştı ve zor hareket eden diliyle tekrar şöyle söylendi:
“Uzun süredir yollardayım; çok ama çok susadım. Ne olur biraz su!..”
Bedevi, adamın haline baktı ve acıdı. Çölde yolculuk esnasında kendisinin de en büyük ihtiyacı olan su kabını derhal devesinden alıp o adama uzattı. Adam suyu içince gözü açıldı, dinçleşip kendine geldi. Fakat tam o sırada, beklenmedik bir harekette bulundu. Birden, âni bir hareketle bedeviyi itti ve yere düşürdü. Sonrada devenin üzerine atlayıp kaçmaya başladı.
Bedevi neye uğradığını şaşırmıştı. Bu adamın yaptığına ne demeliydi? İyilik yaptığı adamdan kötülük görmüştü. Telaş ve heyecan içerisinde, şaşkın bir vaziyette donup kaldı. Ne yapacağını bilemedi? Hırsızın arkasından hayretle ve şaşırmış bir vaziyette bakarken birden aklına hırsızın peşini takip etme düşüncesi geldi. Adamın peşinden koşmaya başladı. Fakat ne çare?
Hırsız deveyi koşturarak uzaklaşıp gitmişti. Aralarındaki mesafe bir hayli açılmıştı. Hava da çok sıcaktı. Ona yetişmesi mümkün değildi.
Bedevi, ona ulaşmaktan ümidini kesince arkasından şöyle seslenmeye başladı: “Dur!.. Bir dakika dur!..” Bir çift sözüm var sana!..”
Adam bedevinin sesini işitiyordu. Fakat hiç aldırış etmiyordu. Üstelik deveyi daha süratlendirerek yoluna devam ediyordu.
KİMSELERE ANLATMA!
Çaresiz kalan bedevi, adamın arkasından hem koşturuyor hem de sesleniyordu:
“Ey hırsız, tamam!.. Deveyi al git, ama sakın bu olayı kimselere anlatma!..”
Hırsız bir an duraksar gibi oldu. Çünkü bedevinin bu isteği tuhafına gitmişti. Kendi kendine “Acaba yanlış mı duyuyorum?” dedi. Kulağına gelen sesi iyice dinledi. Ses ve söz aynıydı:
“Ey hırsız!.. Tamam!.. Deveyi al git, ama sakın bu olayı kimselere anlatma!..”
Bu ne demekti? Bedevi niçin “Kimselere anlatma!” diye sesleniyordu?
Bu isteği tuhaf bulan hırsız, devenin süratini kesti. Hafif durur gibi yaptı: Bedevinin kendisine sesini duyacak kadar yaklaştığını görünce ona:
– Niçin kimseye anlatmayayım? diye sordu.
Bedevi ona insanlık adına bir ders vermek isteyerek şöyle dedi:
“– Eğer sen bu hadiseyi insanlara anlatırsan, bu yaptığın yanlış hareket her yere yayılır. İnsanlarda iyilik yapma, yardım etme duyguları körelir.
Kalblerdeki şefkat ve merhamet hislerinin zayıflamasına, hatta yok olmasına sebep olur. O zaman insanlar bir daha muhtaç, garip, yolda kalmış kimselere yardım etmez hale gelir. Issız çöllerde yolculuk yaparken ihtiyaç içinde susuzluktan kıvranan bir yolcu görseler hiç ilgilenmezler. Görmemezlikten gelirler. Bu ise insanlık adına büyük bir kötülük, hatta düşmanlıktır.
KÖTÜLÜĞÜ İFŞA ETME!
Bu sebeb; “Sakın kimselere anlatma!.. Kötülüğü ifşa etme!.. İnsanlar arasında yayma!..”
İnsanlardaki mürüvvet ve yardımseverlik duygularını öldürmüş olma. İnsanoğlunun hata ve kusurları, kötü davranışları ifşa etmesi, toplum içerisinde yayması, hem kendisi hem de toplum açısından telafisi mümkün olmayan zararlara yol açar.
Kötülüğü ifşa etmek, her şeyden önce, hata ya da kusur işleyen insanı ya da kötülüğe maruz kalan kimseyi rencide eder ve incitir. Onun saygınlık ve itibarını zedeler.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 281, Temmuz 2009
İngiliz gazeteci, Sina Dağı’nda karşılaştığı bir Bedevi’ye sorar:
“Sence lider kimdir?”
Bedevi; “Bir tanım yapmak yerine, bir öykü ile sorunuza cevap verebilir miyim?” der.
Gazeteci; “Elbette, anlat öykünü” diye yanıtlar.
Bedevi anlatır;
“Benim gibi bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü’nde yol almaktadır.
Birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nadiren tek tük görülen kuşlar, bu kez toplu halde, karanlığın aksi istikametine doğru, telaşla kanat çırpmaktadır.
Çölün mutlak sessizliği, daha da yoğunlaşır sanki. Deneyimli Bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar.
Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar.
Sonra yine heybelerden, katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırı alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler.
Son düğümü henüz atmıştır ki; fırtına bulundukları bölgeye ulaşır.
Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağnağı, neredeyse delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır.
Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir:
‘Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verirmisin?’ der.
Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve ‘Peki, başını çadıra sokabilirsin.’ diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır.
Durmak bir yana, fırtına giderek daha da gemi azıya almaktadır. Deve, sahibine tekrar yalvarır;
‘Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım.’
Biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de ‘Peki’ der Bedevi.
Fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır;
‘Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver..’
Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle,
küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer
kalmamıştır.
Bu duruma, Bedevi’den önce, deve tepki gösterir;
‘Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan.’
‘Lider kimdir?’
demiştiniz; bu hikayeyi mesnet alarak cevap
vereyim;
Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır.”
Atatürk’ten sonraki lider İsmet İnönü; Köy Enstitüleri’ni kapatarak, Cumhuriyet Devrimleri’nin kırsala uzanan kollarını kopardı.
Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı.
Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip
liselerinin misyonunu ters çevirdi.
Sonraki lider Demirel;
Menderes’ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.
Sonraki lider Sayın Özal; zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.
Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokülünün liste başındaydılar.
Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgar gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.
Ecevit, Bahçeli, Yılmaz’lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.
Özetle;
Atatürk’ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra girmesine izin verdiler.
İzin vermenin ötesinde teşvik ettiler.
Biz de Bedevi’nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:
1) Türkiye; ’10 Kasım 1938’den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, 82 yıl
geçirmiştir.
2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine ‘vurmak’ üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.
3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye’nin milli eğitim politikası
‘teokratikleştirilmiştir’ ve ‘teokratikleştirilmekte’dir.
4) 29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen ‘devrim’, bila fasıla tam 97 yıl süren bir ‘Karşı devrim’ ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.
Son söz: “Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir.”
‘Deve’ deyip geçmeyin; kini çok derindir.
Sizi çadırın dışına atacak kadar.
Alıntıdır..
Reblogged this on Haber34tech.
BeğenBeğen